aÇa mehmet, ‘oĞuz kaĞan’ ve ‘ari-haan’ destanlari uygarlaŞma sÜrecİ aÇisindan nasil okunabİlİr?, mİllÎ folklor, 11 (82), yaz 2009, s. 59-75. AÇA, MEHMET AÇA, MEHMET, REŞİDEDDİN OĞUZNÂMESİ’NDE KADIN OğuzKağan Destanının konusu "Türk töresinin kuruluşudur."Türk milleti ve Türk devletinin düzeni ile disiplini bu destanda anlatılmıştır. Oğuz Kağan Destanı, 13. yüzyılda Uygur Türkçesiyle yazıya geçirilmiştir. mitoloji efsane destan Türklerde mitoloji göktürk destanları uygur destanları oğuz kağan destanı Hun - Oğuz Destanı : Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete'nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır. thecontinuance and re-construction of the collective consciousness from epic to modern poetry: a reading practice of yahya kemal’s o rÜzgÂr (that wind) and oĞuz kaĞan destani (the epic of oghuz kagan) destandan modern Şİİre kolektİf bİlİncİn sÜreklİlİĞİ ve yenİden İnŞasi: oĞuz kaĞan destani İle yahya kemal’İn o rÜzgÂr Şİİrİ The epic of Oğuz Kaan is amasterpiece which expresses all the Turkish Notion’s heroic life. Thestories in the epic were constituted in very ancient times. However,because of the original form s2K12. This PaperA short summary of this paper16 Full PDFs related to this paper Oğuz Kağan Destanı İslami Rivayet OĞUZ KAĞAN DESTANI İslami Rivayet Türklerin İslamiyet öncesi destanlarından olan Oğuz Kağan Destanı,İslamın kabulünden sonra İslam esasları ve motifleri üzerinde yeniden işlenmiştir. Böyle olmakla birlikte destanın bu değişik varyantları arasında öz ve içerik bakımından büyük farklar yoktur. İslam inancına göre yeniden düzenlenen bu ikinci destan, birincisinden sonra geçen zamanın bazı olaylarını da işlediği ve Oğuz’un doğumundan öncesine bir başlangıç belirlediği için ilginç bir nitelik yeni rivayette yeni bir dinin kültür çevresine giren bir milletin daha önceki duyuş ve düşünüş tarzından kopmak istemediği ya eski kimliğini yeni düşünüş tarzına uyarlamaya çalıştığı açıkça belli olur. Nitekim bu rivayette Türk milletinin Türk adıyla Hz. Nuh’un oğlu Yafes’e bağlanışı, İslami düşüncenin peygamberler menkıbesinde kendisine bir yer bulma çabası olarak düşünülebilir. Oğuz Kağan Destanı’nın İslami rivayeti XIII. yüzyılda yazıya yüzyıl tarihçilerinden Reşideddin, Camiü’t-Tevarih adlı eserinde Farsça olarak, Ebu’l Gazi Bahadır Han ise Şecere-i Terakime adlı eserinde Türkçe olarak destanı kaydetmiştir. “… Günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk çocuğa Oğuz adı verildi. Bu çocuk anasının göğsünden bir kere süt emdi, bir daha et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı. Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibi sürüleri güder, ata biner ve av çağda, orada büyük bir orman vardı. Gürül gürül akan derelerin, soğuk ırmakların çağıltısı duyulurdu bu ormanda. Bu ormanın içinde büyük bir canavar olmasa, o çevrede yaşamak güzeldi. Yaman bir canavardı. At sürülerini ve halkı Kağan gözü pek ve yiğit bir kişi idi. Bu canavarı avlamak bir gün kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı ağarırken geldiği zaman canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti. Yine geldiği zaman bir ala doğanın, canavarın bağırsaklarını yediğini gördü. Yay ve okla ala doğanı öldürdü, başını kesti. “Canavar geyiği ve ayıyı yedi. Demir olduğu için kargım onu öldürdü. Canavarın bağırsaklarını ala doğan yedi. Bakır olduğundan yayım ve okum onu öldürdü.” diyip oradan günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı göktenbir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki oışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Başında teli ve parlak bir beni vardı, kutup yıldızı gibi idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse Gök Tanrı gülüyor, ağlasa, Gök Tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Gözleri gökten daha uçuk mavi, saçları ırmak gibi dalgalı, dişleri inci gibi beyaz idi… Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular. Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler. Şölenden sonra Oğuz Kağan beylere buyruk verdi Ben sizlere oldum kağan Alalım yay ile kalkan Nişan olsun bize uğur Bozkurt olsun savaş parolası Demir kargı olsun orman, Av yerinde yürüsün kulan Daha deniz, daha nehir Güneş bayrak, gök sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip bildirilerde şöyle yazılıydı“Ben Uygurlar’ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim”.Yine o zamanlarda sağ yanda Altun Kağan adında bir kağan vardı. Bu Altun Kağan OğuzKağan’a itaat etti. Sol yanda Urum Kağan vardı. Askerleri ve şehirleri çoktu. İtaat Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi, bayrağını açarak askeriyle ona karşı gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt, Oğuz Kağan’a hitap etti ve “Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum” tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt bir kaç gün sonra durdu. Burada İtil Müren adında bir deniz vardı. Burada savaş başladı. Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Mürenin suyu baştan başa kıpkırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan Oğuz Kağan askerleriyle İtil adındaki ırmağa geldi. İtil büyük bir ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü ve “İtilin suyunu nasıl geçeriz?” arasında iyi bir bey vardı. Onun adı Uluğ Ordu Bey idi. O akıllı bir erdi. Gördü ki, bu yerde pek çok dal ve pek çok ağaç var. O ağaçları kesti ve bu ağaçlara yattı, suyu geçti. Oğuz Kağan sevindi, güldü ve “sen burada bey ol, senin adın Kıpçak Bey olsun” ilerlediler. Oğuz Kağan yine önünde gök tüylü, gök yeleli kurtla birlikte Hint, Tangut ve Suriye taraflarına yürüdü. Pek çok vuruşmadan ve pek çok çarpışmadan sonra onları aldı ve kendi yurduna söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan’ın yanında ak sakallı, kır saçlı, tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir adamdı. Oğuz Kağan’ın nazırı idi. Adı Uluğ Türk idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusuna üç ok da şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan’a anlattı ve dedi ki “Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun; ey kağanım, senin hayatın hoş olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Tanrı bütün dünyayı senin uğruna bağışlasın!”Oğuz Kağan, Uluğ Türk’ün sözünü beğendi, onun öğüdünü dinledi. Sabah olunca büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve “Benim gönlüm avlanmak istiyor. İhtiyar olduğum için benim artık cesaretim yoktur; Gün, Ay ve Yıldız doğu tarafına siz gidin; Gök, Dağ ve Deniz sizler de batı tarafına gidin” dedi. Doğuya gidenler yolda bir altın yay buldular. Batıya gidenler de üç gümüş ok buldular. Bunları getirip babalarına verdiler. Oğuz Kağan yayı üçe böldü ve “Ey büyük oğullarım yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe kadar atın.” dedi. Okları da üçe üleştirerek “Ey küçük oğullarım oklar sizlerin olsun. Yay oku attı, sizler de ok gibi olun.” dedi. Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultayı topladı. Halkını çağırttı. Yurdunu “Boz Oklar” ve “Üç Oklar” diye anılan oğulları arasında paylaştırdı ve dedi kiEy oğullarım, ben çok aştım; Çok vuruşmalar gördüm; Çok kargı ve çok ok attım; Atla çok yürüdüm; Düşmanları ağlattım; Dostlarımı güldürdüm. Ben Gök Tanrıya borcumu ödedim. Şimdi yurdumu size veriyorum Oğuz Kağan destanı 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete’nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır. XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn’in Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı islâmî varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü’l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır. Oğuz Kağan Destanının islâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan’ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergadanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşden ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz’un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular. Oğuz Kağan büyük bir toyşenlik verdi. Kırk masa ve kırk sıra çeşit yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi Ben sizlere kağan oldum Alalım yay ile kalkan Nişan olsun bize buyan Bozkurt olsun bize uran Av yerinde yürüsün kulan Dana deniz, daha müren Güneş bayrak gök kurıkan Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi” Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm”. Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru gün sonra Buz Dağ’ın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt ” Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim.”dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz’un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey’e “Kıpçak” adını verdi. Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan’ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye ” Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun.” dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı. İslâmiyetten sonraki şekil de 13’üncü asırda tesbit müslüman Oğuz Türkleri arasında okunan Oğuznâmelerden alındığı için az çok değişmiştir. Bununla beraber bazı yerleri,İslâmiyetten önceki şekle göre,tarihe daha çok benzerlik gösteriyor. Her halde bu Oğuz destanı Türkler arasında çok tanınmıştı. Geniş ülkelerde otutan Türkler arasında çok tanınmıştı. Geniş ülkelerde oturan Türkler arasında okunup söylendiği için birbirinden farklı muhtelif şekilleri meydana gelmişti. İslâmiyetten sonraki şekil şudur Yeryüzünde büyük tufan olduktan sonra Nuh’un gemisi Musul civarındaki Cûdî dağının üstüne oturdu. İçindekilerin hepsi hastalanıp öldüler. Yalnız Nuh,üç oğlu ile üç gelini sağ kaldılar. Nuh,üç oğlundan Hâm’ı Hindistana’a,’Sâm’ı İran’a,’Yafes’i de şimal’e gönderdi. Yafes şimale varıp Edil ve Yayık ırmakları yakalarında 250 yıl oturdu. Öldüğü zaman büyük oğlu Türk,yerine geçti. Türk pek bilgili,pek uslu idi. Babasının ölümünden sonra birçok yerleri dolaştı. Sonunda Isık Göl civarını beğenip orada yerleşti. İlk önce çadırı yapan padişah budur. Türk ölürken padişahlığı büyük oğlu Tutuğa bıraktı. Tutuk akıllı,kudretli,adaletli padişahtı. Bir gün avda bir geyik vurdu. Kızartıp yerken bir et parçası yere düştü. O eti yerden alıp yerken pek lezzetli buldu. Meğer orası tuzlakmış. Ondans onra yemeklere tuz koynağı icat etti. 240 yıl yaşadıktan sonra öldü. Yerine oğlu İlçe Han geçti. O da çok yıllar padişahlık ettikten sonra ölüp yerine Dib Bakuy Dib Yavkuy geçti. Çok yıllar güzel günler görerek padişahlık etti. Ondan sonra oğlu Kuyuk Han, ondan sonra da onun oğlu Alınca Han tahta geçti. Alınca Han zamanında oğlu,kızı veya bir kıymetlisi ölse onun heykelini yapıp saklardı. Ara sıra o heykeli öpüp sevip okşayarak bu falanın heykelidir derdi. Bu bebeğin önüne yemeğinin ilk lokmalarını koyarlardı. Yüzlerini gölerini bebeğe sürüp önünde yere eğilirlerdi. İşte böylelikler haberleri olmaksızın puta tapar oldular. Alınca Han’ın ikiz oğulları vardı. Büyüğünün adı Tatar, küçüğünün adı Moğol idi. Alınca Han kocayınca ülkesini bu iki oğluna üleştirdi. Büyük oğlu Tatar Han kendi ülkesinde bir çok yıl hanlık ettikten sonra öldü. Yerine kendi neslinden yedi kişi sırasıyla geçtiler. Bunlar sırası ile Buka Han, Yalınca Han,Adlı Han,Atsız Han,ordu Han,Baydu Han,Sevinç Han idiler. Baydu Han zamanına kadar Tatar Hanları ile Moğol Hanları arasında savaş olmazdı. Düşüncesiz bir genç olan Baydu, Moğol hanlarına savaç açtı fakat öldü. Yerine geçen Sevinç Han zamanında savaşlar kızıştı. Alınca Hanın küçük oğlu olan Moğol han’a gelince Uzun yıllar hanlık etti. Dört oğlu vardıKara Han, Uz han , Küz Han, Kür Han. Uz Han,Uun oğul Han ölürken yerine büyük oğlu Kara Han’ı bıraktı. Kara Han zamanında bütün Moğollar kâfir olmuşlardı. Kara Hanın büyük karısından bir oğlu oldu. Aydan,güneşten güzeldi. Üç gün,üç gece anasının memesini emmedi. Her gece anasının düşüne girer,’hak dine gelmezsen,sütünü emmem’derdi. Anası,Tanrı’nın birliğine iman getitince zıplama İNSAF!… meme emmeğe başladı. Anası ne düşünü,ne de hak dini kabul ettiğini kimseye söyleyemedi. Çünkü Kara Han çağında halk o kadar kâfir olmuştu ki baba oğulun hak dine girdiğini işitse hemen öldürürdü. O zaman Moğollarda oğul bir yaşına varmayınca ad koymazlardı. Oğlu bir yaşını bitirince Kara Han ülkeye haber saldı. Ziyafet yaptı. Çocuğu meclise getirip beğlerine’Oğlum bir yaşına geldi;ne ad koyacaksınız’diye sordu. Beğler cevap vermeden çocuk söze gelip’Benim adım Oğuzdur’dedi. Bunun üzerine herkes şaşıp’Madem ki bu çocuk kendi adını kendi bundan güzel ad olamaz’dediler. Onu Oğuz adı ile tanıdılar. Çocuk Allah,Allah diye bağırıyordu. İşitenler’Bu çocuk ne dediğini bilmez’dediler. Çünkü Allah kelimesi Arapça olup Moğollar bu kelimeyi işitmemişlerdi. Tanrı Oğuzu evliya yaratmış adını onun diline ve gönlüne koymuştu. Oğuz büyüyünce Kara Han, Uz Han’ın kızını ona zevce olarak aldı. Oğuz Han,karısına yalnız iken ’Seni beni yaratan Allahtır. Onu var bil,bir bil,onun buyruğundan çıkma’dedi. Kız kabul etmedi. Ooğuz da ondan ayrı yaşadı. Hiç konuşmadı. Bir zaman sonra Kara Han’a dediler ki’Oğlun karısını sevmez. Evlendiğinden beri de bir yerde yatmaz’ Bunun üzerine ona Küz Han’ın kızını verdi. Oğuz ona hak olan Tanrıya tapınmasını teklif etti. O da kabul etmedi. Oğuz ondan da ayrı yaşadı. Bir kaç yıl sonra çıkmıştı. Dönüp gelirken bir su kıyısına uğradı. Orada çamaşır yıkayan bir takım kadınlar gördü. Onların arasında amcası Kür Han’ın kızını da gördü. Birisini gönderse sırrı ortaya çıkar diye korkup kızı bir köşeye çağırdı. And verdikten sonra Babam bana iki kız alıverdi. Fakat ben onları sevmedim. Sebebi Ben hak yolundayım. Onlar kâfirdir. Hak din’e gelin dedim,kabul etmediler. Sen kabul etsen seni alırdım’dedi. Kız ’ Sen ne yolda olursan ben de o yolda olurum’ dedi. Bunun üzerine Oğuz babasına söyledi. O da bu kızı büyük bir düğün yaparak oğluna verdi. Oğuz onu pek çok severdi. Böylece pek çok yıllar geçti. Bir gün Oğuz uzak bir yere ava gitti. Kara Han bütün karılarını,gelinlerini çağırmış,yemek yiyiyorlardı. Konuşurlarken karısına Oğuz Han’ın ilk karıları sevmeyip sonuncusunu sevdiğinin sebebini sordu. Karısı’Ben bilmem,gelinler bilir’dedi. Han gelinlerinden sordu. Büyük gelini’Oğlunuz bir Tanrı var dedi . Bizi de o yola götürmek istedi. Biz kabul etmedik. Üçüncü gelin kabul etti. Onun için oğlunuz onu çok sever’dedi. Bunu üzerine Kara Han beğleri çağırıp bir meclis kurarak konuşup danıştı. Oğuzun avda tutulup öldürülmesine karar verdi. Kara han adamlar gönderip ava çıkacağını,çabuk gelmelerini hizmetçilere bildirdi. Oğuz’un küçük karısı da bu sözü işitmişti. Hemen emin bir adam saldırıp işi Oğzuz’a bildirdi. Oğuz hemen yurda adamlar gönderip’ Bama çeri gelip beni öldürecekler . Beni seven bana gelsin,onu seven ona gitsin’ diye haber saldı. Ahalinin çoğu Kara Han tarafına gitti. Azı Oğuz Han tarafına geçti. Kara Hanın ini küçük kardeş lerinin bir çok oğulları vardı. Hepsi Oğuz tarafına geçti. Bu kimsenin usuna aklına gelmezdi. Oğuz Han bunlara Uygur adını verdi. Ötekiler kaçtılar. Savaşta Kara Han’a bilinmeyen bir taraftan bir ok gelip onu öldürdü. Oğuz han babasının tahtına oturdu. Milleti hak dine çağırdı. Gelenleri bıraktı. Gelmeyenleri öldürüdüp çocuklarını tutsak etti. Kara Han tâbi bir çok boyları vardı. Bunların küçükleri bir büyük boyun çevresinde toplanırlardı. Kara Han’ın hak dini kabul eden boyları Oğuz Han’a koşuldu. Kâfirlikte kalanlar başka hanlara koşuldular. Oğuz Han her yıl Moğol elindeki hanlarla vuruşur,yenerdi. Sonunda hepsini zaptetti. Oradan kaçıp kurtulanlar Tatarlar hanına sığındılar. Tatarlar o zaman Cürcüt yakınlarında otururlardı. Cürcit denen yer büyük bir yer olup köyleri, şehirleri vardı. Hatayın şimalinde idi. Hintliler ve Acemler oraya Çin derler. Oğuz Han bu yurdun üzerine yürürdü. Tatar hanı da büyük bir çeri ile Oğuz hanı karşıladı. Oğuz Han yendi. O kadar ganimet aldı ki yükletecek hayvan bulamadı. Orada bir hünerli kimse vardı. Bir araba yaptı. Herkes de onun gibi arabalar yapıp malları yüklettiler. Arabaya Kankkağnı dediler. Önce arabanın ne kendisi, ne de adı yoktu. Kank denmesinin sebebi yürüken kank,kank etmesidir. İcat eden adama da Kanklı adını verdi. Kanklı boyu bunun neslindendir. Oğuz han yetmiş iki yıl Moğollar ve Tatarlarla vuruştular. Yetmiş üçüncü yıl hepsini hak dine getirip itaata aldı. Bundan sonra HıtayHatay,Cürcit,Tangut ve Kara Hıtayı aldı. Kara Hıtay geniş bir ülke olup ahalisi Hintliler gibi karadır. Moğolistandan başlayıp Hindistanla Hıtay arasında cenuba doğru uzanıp Büyük denize Okyanusa dayanır. Bu deniz kıyısındaki yüksek dağlarda bir çok boylar vardı. Bunların padişahının adı İt Barak idi. Oğuz Han, İt Barak han üzerine yürüdü. Fakat İt Barak Han üstün geldi. Oğuz Han kaçtı. Savaş alanından beri yanda akan iki büyük ırmağın arasına sığınıp kaçan ordusunu topladı. O zamanlar büyük padişahlarca âdet idi ki uzak bir savaşa giderlerken karılarını da birlikte alırlardı. Nökerleri de böyle yapardı. Oğuz Han’ın bir beğide karısını alıp gelmişti. Savaşta öldü. Fakat karısı kaçıp ordugâha geldi. Gebeliğin sonunda olduğundan gelir gelmez ağrısı tuttu. Ortalık pek soğuktu. Barınacak bir yer yoktu. Çürük bir ağacın içine bir girip oğlan doğurdu. Oğuza haber verdiler. Oğuz’Bunun babası bizim hizmetimizde öldü. Tasacısı yoktur. Benim oğlum olsun’dedi. Adını Kıpçak koydu. Eski Türk dilinde Kıpçak içi boş ağaç demekti. Kıpçak,Oğuzun yanında büyüdü. Genç bir yiğit olduğu zaman Uruslar,Ulaklar,Macarlar,Bbaşkurtlar henüz hüküm altına alınmamışlardı. Oğuz han Kıpçağa yetecek kadar çeri ve nöker verip Tin Don ve Edil ırmakları tarafına yolladı. Kıpçak orada üç yüz yıl hüküm sürdü. Bütün Kıpçak Eli onun neslindendir. Oğuz Han , İt Barağa yenildikten on yedi yıl sonra yine üzerine varıp vuruştu. Yenip İt Barak Han’ı öldürdü. Yurdunu aldı. Halkını hak dine getirdi. Gelmeyenleri kesip çocuklarını tutsak ederek yurduna döndü. Sonra Moğollar ve Tatar çerisini toplayıp Talas ve Sayrama geldi. Taşkent , Semerkand ve Buhara padişahları saf düzüp vuruşmağa kıyışamadıklarından büyük şehirlerle sarp kalelere sığındılar. Sayram ve Taşkenti Oğuz Han bizzat kuşatıp aldı. Türkistana,Aandıcana oğullarını yolladı. Oonlar da altı ayda oralarını alıp koyduktan sonra Oğuz han Buharayıı ,Belhi, Semerkandı aldı. Oralara da valiler tayin etti. Sonra Gur ülkesine yürüdü. Bu son yürüyüş kışın olmuştu. Dağlar karlarla örtülü idi. Çeriler güçlükler yürüyorlardı. Han,kimsenin arkada kalmaması için buyruk verdi. Böylelikler ilerleyip oraları da aldı. Yaz gelince çerisini saydı. Eksikti. Sebebini sordu. Bilen yoktu. Eksikler bir zaman sonra gelip hanın huzuruna çıktılar. Han nerede olduklarını sordu. Arkadan geliyorduk. Bir gece çok kar yağdı. Geçemeyip orada kaldık. Aatlarımız develerimiz öldü. Bahar olunca yaya olarak geldik’ dediler. Oğuz Han buyurdu Onlara Karluk adını verdiler. Karluk boyu bunların neslidir. Bundan sonra Kâbil ve Gazneyi aldı. Sonra Keşmir üzerine yürüdü. O sırada Keşmirde padişahlık eden kimsenin adı Yağma idi. Keşmirin büyük ırmakları,yüce dağları çok olduğundan onlara arka verip baş eğmedi. Bir yıl savaş oldu. İki yandan da çok kimseler öldü. Sonunda Oğuz Han, Keşmiri de alıp Yağmay,ı öldürdü. Çerisini kılıçtan geçrid. Bir zaman orada oturduktan Bedahşan üzerinden Semerkanda geldi. Oradan Moğolistana dönerek varıp evine girdi. Bir yıl yurdunda durduktan sonra,milletine İran üzerinden yürüyeceğini ,bir kaç yıl sürecek bir hazırlık görmelerini buyurdu. ikinci yıl yola çıkıp Talas şehrine vardı. Ordusunun sonuna kadar adamlar koymuştu ki yorgun,aç ve yolunu şaşırmış olanları orduya getirdiler. Bir gün bunlar ailesi ile birlikte buldukları bir adamı alıp bana getirmilerdi. Han ondan niçin arkaya kaldığını sordu. O da şöyle cevap verdi. ’Azığımın azlığından çerinin gerisinden geliyordum. Karım gebe idi doğurdu. Açlıktan anasının sütü çocuğa yetmiyordu. Böylece yürüyorduk. Bir çayın kıyısında gördüm ki bir çakal bir süğlüğü yakaladı. Çakala bir ağaçla vurdum. Süğlünü bırakıp kaçtı. Süğlünü alıp kebap edip kadına veriyordum. Arkada koduğumuz kişiler raslayıp beni size getirdiler’. Han ona at,azık ve mal verip ordu ile gelmesini söyledi ve ona kal,aç’ dedi. Şimdi Kalkaç denilen boy onun neslindendir. Oğuz Han Talastan Semerkanda ve Buharaya gelip Amu suyundan geçip Horasan’a vardı. O sırada İranda büyük bir padişah yoktu. Keyûmers ölmüştü. Hûşengi henüz padişah etmemişlerdi. Oğuz,Horasanı aldı. Ondan sonra Irağı,Azerbaycan’ı,Ermenistan’ı,Şam’ aldı. Bu ülkelerin kimini savaşla aldı;kimi savaşsız baş eğdiler. Oğuz Han Sureyede iken bir gün gizlice nökerine bir altın yayla üç ok verdi. Doğruca git! Çölde insan ayağı basmamış bir yere yayı göm. Fakat bir ucunu dışarda bırak. Sonra batıya göm. Yayı gömdüğün gibi oklarıda orada göm.’dedi. O nöker,buyruğu yerine getirip geldi. Bir yıl sonra üç büyük oğul Gün,Ay ve Yıldızı çağırıp dedi ki’Bir yabancı yurda geldik. İşim çok. Av avlamaya vaktim yok. Doğudaki çölde av çokmuş. Nökerlerinizi alıp oraya gidin. Avlanıp gelinç’ Bunlardan sonra adları Gök,Dağ ve Deniz olan üç küçük oğlunu çağırtıp onlara da aynı sözleri söyledi ve batıya yolladı. Bir nice günden sonra büyük oğulloarı bir altın yay ve bir çok av ile,küçükleri de üç ok ve bir çok av ile geldiler. Oğuz Han bu av etlerine daha bir çok etler katıp halka bir ziyafet verdi. Yay ve okların bulunmasını tabir ettirdi. Onları oğullarına verdi. Üç büyük oğlu yayı bölüp birer bölümünü aldılar. Küçüklerin her biri de bir ok aldılar. Oğuz Han, aldığı ülkelerde bir çok yıllar oturup düşmanlarını yok edip dostlarını sevindirdikten sonra bu ülkelere valiler koyup yurduna döndü. Oğulları ve ordusu ile sağesen düdüğünden büyük bir toy hazırlamalarını buyurdu. Büyük bir çadır yaptırıp her direğinin başına altın kaplattı. Kıymetli taşlarla süslendi. Altı oğluna çok öğütler verip yarar bilgiler öğretti. Şehirler ve ülkeler verdi. Oğulları ona gerçekten oğulluk yapmışlar,savaşlarda kuvvetli olmuşlardı. Bundan sonra nökerlerinin yararlık götermiş olanlarına , köyler,çehirler,sığırlar verdi. Oğuz Han oğullarına dedi ki ’Siz üç büyük oğlum,altın yay bulup getirdiniz. Kırıp bozularak paylaştınız. Sizin adınız Bozok olsun. Neslinize de paylaştınız. Siz adınız Bozok olsun. Neslinize de Bozok desinler. Siz küçükler ,üç ok buldunuz. Sizin adınız neslinizin adı da Üç ok olsun. Bu ok ve yayın blunması insandan değil,Tanrıdandır. Öyle buyurdu. Bizden önce geçen milletler yayı padilah alâmeti bilirler,okları da padişahın elçisi sayarlardı. Çünkü yay oku hangi tarafa yollarsa o tarafa gider. Yani padişahın elçisi gibidir. Size buyuruyorum. Ben ölünce yerime büyük oğlum Gün geçsin. Onun da yerine geçecek olanlar içlerinde tahta lâyık biri bulundukça daima ve dünya durdukça Bozoklardan seçilsin. Öteki Bozoklar onun sağında otursun. Üç oklar da sol olsunlar ve kıyamet gününe kadar nökerliğe razı olsunlar’ Oğuz Han yüz on altı yıl padişahlık edip Tanrı rahmetine gitti. Oğuz Han’ın veziri Uygur aksakallarından birinin oğlu, Irkıl Hoca adında biri idi. Oğuz Han ölünceye kadar veziri hep Irkıl Hoca idi. Akıllı,çok bilgili idi. Gün Han da onu vezir yaptı. Ölünceye kadar Irkıl Hocanın sözünden çıkmadı. Irkıl Hhoca uzun ömür sürdü. Bir gün Gün Han ile yalnızdı. Ona dedi ki Baban yüz on altı yıl hüküm sürdü. Hiçbir yazın sıcağında gölge altında, hiçbir kışın soğunda evinde uyumadı. Kılıç çalıp nice yurtlar açıp sizin hükmünüz altına koydu. Siz altınız ve sizden doğacak olanlar hep bir ağız olup iyi geçinirseniz bu ülkeler daima elinizde kalır. Aranızda anlaşmazlık çıkarsa,değil bu alınan yerler,atadan kalıp duran yurtlar elden çıkar. Malınızda,canınızda gider.’ Gün Han ona’Babama öğütler ,akıllar verirdiniz. Siz benim babam yerindesiniz. Neyi hoş görürseniz onu yaparım’dedi. Bunun üzerine Irkıl Hoca dedi ki’ Babanız size çok şeyler bıraktı. Siz altısınız. Her birirnizin dört oğlu var. Demek hepiniz otuz şehzadeesiniz. Beni korkutan birşey var ki dünya malı aranıza fesat sokmasın. Ben sürü,mal bütün serveti onlara vereceğim. Ad,lâkap ve mühüre malik olarak onlar da mümtaz olsunlar. Paylarını alınca aralarında kavga çıkmaz. Aranızda savaş ve haksızlık olmaz. Nesilleri de daima hak yolunda yürürler’. Gün Han,Irkıl Hocanın sözünü kabul etti. Büyük,küük herkes toplandılar. Oğuz Hanın bıraktığı serveti,ülkeleri büyüklere çok,küçüklere az olmak üzere şehzadelere üleştirdi. Nikâhlı kadınlardan doğan bu yirmidört şehzadeden başka odalıklardan olma bir çok çocuklar da vardı. Onlara da yakışır şeyler verdi. Sonra Oğuz Han’ın yaptırdığı altın evi diktirdi. Bunun sağ ve soluna da altışar ak çadır kurdurdu. Sağ tarafta kırk kulaç boyunda bir ağaç diktirdi. Bunun başına bir altın tavuk taktırdı. Hanın buyruğu ile Bozoklar ve adamları dolu dizgin atlarını sürerken ok ile altın tavuğa,Üç Oklar da aynı ile gümüş tavuğa nişan attılar. Vuranlara ödüller verdi. Gün Han da babası gibi dokuz yüz deve ve dokuz yüz koyun kesip dokuz havuza rakı,doksan havuza kımız doldururtup büyük bir toy çekti. Kırk gün kırk gece eğlendiler. Gün Han yetmiş yıl hükümet ettikten sonra Ay Han’ı yerine oturtup öldü. Ay Han iyi,adil,bilgin ve sert bir padişahtı. Babasının ve ağabeyinin öğütleriyle ve onların yollarından yürüdü. Kendisinden sonra Yıldız Han padişah oldu. Bu Yıldız Han,öncekinin küçüğü olan Yıldız Han değildir. Bbunun Ay Hanın nesi olduğu bilinmiyor. Bir çok yıl padişahlıktan sonra tahtını oğlu Mengliye verdi. Bu da bir çok yıllar yaşayıp nice et yedi, kımız içti. Nice kürkler giydi. Ay gibi,gün gübü güzelliklerle yattı. Yel gibi uçan atlara binip gönlünün istediği yerlerde gezdikten sonra öldü. Mengli Han’ın yerine Deniz Han geçti. Bu da çok yıl padişahlık etti. Uzun ömür sürdü. Kocadığında tahtını oğlu İl Han’a verip kendisi Tanrıya tapınmakla gün geçirdi. Kun – Oğuz destanının iki şekil arasındaki en büyük ayrılık İslâmiyetten sonrakinin daha tafsilatlı olmasıdır. Aradaki farkların mühim bir sebebide herhalde ayrı ayrı yerlerde kağıda geçirilmesidir. Tarihçe Türklerin en büyük fütuhat devirleri Kunların ilk çağlarıdır. Destandaki Oğuz Hanla babası Kara Han Kun tarihinde gördüğümüz Mete Motun ile babası Tuman Yabgu’dan başkası olamaz. Metenin babası ile çarpışmasına bir kadın sebep olmuştu. Destanda da bu çarpışmaya kadınlar sebep oluyor. Kara Han’ı, Oğuz ordusu öldürmüştü. Mete, Hazar denizinin şimaline kadar gitmişti. Oğuz Han da hemen bütün Asyayı zapediyor. Mete,ülkesini yirmi dört bölüme ayırmıştı. Oğuz Hanın ülkesi yirmi dört torunu arasında bölüşülmüştür. Bütün bu benzeyişler bu destanın Kunlar devrine ait olduğunu açıkça gösteriyor. Gerçi Mete Motun ve Tuman adları ile Oğuz Hhan ve Kara Han adları birbirine hiç benzemiyor. Fakat millâttan önce 3-2’inci asırların vukuatı millâttan sonra 13’üncü asra kadar,yani kağıda geçirilinceye kadar aradan 15 asırlık bir zaman geçmiştir ki bu kadar uzun bir çağda bir takım has isimlerin büsbütün değişmesini gayet tabiî görmek icap eder. Herhalde Oğuz Han veya Oğuz Kağan yani Oğuzların hanı veya kağanı’ şeklinde anlamak daha doğru olur. Nitekim Orhun abidelerinde de Türk kağan’ demek Türk kağanı’ demektir. Bbununla beraber Mete Motun ve Ttumanın adları tamamıyla unutulmuştur da denilemez. Mesela 15’inci asırda Türkiyede Enveri tarafından yazılan Düsturnâme adlı manzul tarihte Osmanlıların en büyük atasının adı Oğuz Tümen Handır. Demek ki Tumanın adı 15’inci asra kadar Türkiye Türklerinde saklı kalmış fakat oğlunun hatırası ile karıştırılmıştır. Keza 11’inci asrın ilk yarısında ölen büyük islâm bilgini Elbîr3uni de El- Cemâhir adlı basılmamış eserinde, Keşmir yanındaki Türklerden bahsederken, Hindistanda fütuhat yapan Metli adlı bir padişaha ait rivayetlerin bu Türklerde saklandığını söylüyor. Destanlara Oğuz Han diye geçen bu kahraman asıl adının ne olduğunu iyi bilmiyoruz. Çinliler tarafından şüphesiz az veya çok değişik olarak tesbit edilen ve Avrupa bilginleri tarafından Mete ise, Kâbil Türklerinin Meti dedikleri padişahın bu olduğuna hükmetmek yanlış olmaz. Çünkü Oğuz Han dediğimiz kahraman fütuhatına iştirak eden veya iştirak eden Türklerin herhangi bir suretle olursa olsun tesirinde kalan Türklerde bu isim pek âlâ on birinci asır başlarına kadar kalmış olabilir. Ergenekon Destanı Hakkında Kısaca Bilgi Ergenekon Destanı Hakkında Kısaca BilgiErgenekon Destanının Konusunun Kısaca ÖzetiErgenekon Destanının MetniErgenekon Destanı Göktürklere ait destanlardan biridir. Bu destanı yazılı hale getiren ilk kişi Moğol devletinin tarihçisi Reşideddin adlı tarihçidir. Bu tarihçi Fars diliyle Câmiü’t-Tevarih’te anlatırken Ergenekon Destanını pek çok yönden Moğol kültürünün özelliklerini de karıştırmıştır. Esasında Moğol boyları, genel anlamda Türk boylarının bir kısmıdır. Bu her iki ulus da dilleri ve pek çok açıdan birbiriyle benzerlik gösterir. Söylentiye göre her iki ulus da Nuh peygamberin oğlu olan Bulca-Han’ın neslinden gelmiştir. Bulca-Han, tüm Türk boylarının atasıdır. Nuh peygamberin ölümünden sonra uzun zamanlar geçmiştir. Tabi ki bu uzun zaman dilimleri içerisinde yaşananların pek çoğu unutulup gitmiştir. Türklerin önceleri yazıyı kullanmadıkları için kitapları bulunmamaktaydı. Bunun nedenle geçmişteki olayları ve yaşadıklarını yazıya geçirmemişlerdi. Bu nedenle günümüzde anlatılan tarihi olayları da yakın dönemlerde söylentilere ve ağızdan ağıza aktarılan bilgiler aracılığıyla öğrenmekteyiz. Türk boylarının yurtları çoğunluklar birbirine yakındır. Bu nedenle de her boyun yöresinin, nereye dek uzadığı, hemen hemen herkes tarafından bilinirdi. Türklerin yurtları, Uygur sınırlarından başlayıp Hıtay ve Cürçet diyarına dek uzanır. Bu yörelere günümüzde Moğolistan denilmektedir. Ergenekon Destanının Konusunun Kısaca Özeti Savaşta yenilen Türkler Ergenekon adlı bir böl­geye yerleşip burada dört yüz yıl yaşadılar. Za­manla buraya sığmaz olunca, çevrelerindeki demir­den dağı eriterek kendilerine yol aramışlardır. Moğol ilinde Oğuz Kağan soyundan il Han’ın hükümranlığı sırasında Tatar Türklerinin hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş ilan etti. ilhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak bozguna uğrattı. ilhanın ülkesindeki tüm insanları öldürdüler. Yalnız il Han’ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kurtulmayı başardılar. Düşman askerlerinin, onları bulamayacağı bir yere kaçmaya karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında “Ergene” kelimesiyle “dik” anlamındaki “Kon” kelimesini birleştirerek “Ergenekon” adını verdiler. Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki Ergenekon’a sığmadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski vatanlarına döndü, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon’dan çıktıkları gün olan 21 Mart’ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyup döverler. Ergenekon Destanı için bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır. Ergenekon Destanının Metni ERGENEKON DESTANI Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen. Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktur; yani ülkeye Göktürkler hakimdi. Bu durum ise, diğer öteki kavimlere acı geliyordu, üstelik Göktürkleri de kıskanıyorlardı Bir araya gelip birleştiler ve Türklerden öç almağa karar verdiler, onların üzerlerine yürüdüler. Bunun üzerine Göktürkler de çadırlarını ve sürülerini bir yere topladılar. Çevresine de hendek kazıp beklediler. Düşman gelince de savaşa başladılar. Savaş, on gün sürdü. Sonunda Göktürkler üstün geldi. Bu yenilgi üzerine Göktürklere düşman olan kavimler büsbütün hiddetlendiler, av yerinde toplandılar ve bir arada konuştular. Dediler ki “Göktürklere hile yapmazsak işimiz sonunda pek yaman olacak. ” Bu konuşmadan sonra, tan ağarınca, sanki baskına uğramışlar gibi, işe yaramayan mallarını bırakıp kaçtılar. Bunu gören Göktürkler “Düşmanlarımızda savaşacak hal kalmadı, kaçıyorlar” diye düşünerek, kaçanların arkasına düştüler. Düşmanlar, Göktürkleri görünce hemen geri döndüler, Göktürkleri gafil avladılar, vuruşmağa başladılar. Düşmanlar galip geldi, Göktürkler yenildi. Düşman, Göktürkleri vura öîdüre çadırlarına kadar geldi. Çadırlarını ve mallarını öyle bir yıkıp yağmaladılar ki bir ev bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri kul edindiler ve her birini alıp kendi evlerine götürdüler. O zamanlar Göktürklerin başında İl Han hakan olarak bulunuyordu. İî Han’ın da birçok oğlu vardı. Çocukların hepsi bu savaşta öldü. Yalnız Kayan adındaki en küçük oğlu sağ kaldı. Kayan Kayı Han o yıl evlenmişti. İl Hanın Tukuz Dokuz Oğuz adında bir de yeğeni vardı. Kayan ile Tukuz Kayı Han ile Dokuz Oğuz her ikisi de düşmana esir olmuşlardı. Fakat on gün geçmeden, kadınlarını da kurtarıp beraberlerine alarak atlanıp bir gece düşmandan kaçtılar ve esirlikten kurtuldular. Göktürk yurduna geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen birçok deve, at öküz ve koyun buldular. Oturup düşündüler “Dört bir yanımız düşman dolu bizi yaşatmazlar” dediler; “En iyisi dağların içinde insan yolu düşmez sapa bir yer bulup orada yerleşelim” diye karar verip, sürülerini de alarak dağa doğru varıp göçtüler. Gide gide, geldikleri yoldan başka geçilecek başka bir yolu olmayan bir ülkeye vardılar. Bu yol öyle bir sarp ve sapa yoldu ki bir deve bir at bin güçlükle yürürdü, yanlış bir yere ayağını bassa paramparça olurdu. Göktürklerin vardıkları ülkede akar sular, büngüldekler, türlü bitkiler, meyve ağaçları ve avlar vardı. Böyle bir yeri görünce Tanrıya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler, derisini giydiler. Ve bu ülkenin adına Ergenekon dediler. İlk dört soruyu Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Türk Destanları adlı kitabından alman yukarıdaki Ergenekon Destanı’na göre cevaplayınız. Türk Destanları Köroğlu Destanı Danişmend Gazi Destanı Danişmend-Name Battal Gazi Destanı Battal-Name Cengiz Han Destanı Cengiz-Name Manas Destanı Satuk Buğra Han Destanı Göç Destanı Türeyiş Destanı Bozkurt Destanı Ergenekon Destanı Oğuz Kağan Destanı Şu Destanı Alp Er Tunga Destanı Yaratılış Destanı Nedim Cemil Meriç » Alt KategorilerPDF

oğuz kağan destanı özet pdf