Hamzao sene çok çalıştı. O yıl Söss sınavında birinci oldu ve SıçanSA üniversitesine tam burslu olarak girdi. Ve o an geldi. Mısır'a giden 06:00 uçağındaydı. Çok heyecanlıydı. Hem ilk defa yurtdışına çıkıyordu hem de o çok görmek istediği yere gidiyordu.Kafasından da amcasının anlattığı efsane geçiyordu. HalenBeyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Ağa Cami, Galatasaray ağası olan Şeyhülharem Hüseyin Efendi tarafından 1594 (bazı kaynaklarda 1597 diye geçer) yılında yaptırılmıştır. Hadika’nın yazma nüshalarının birinde, adı Emin Bey Cami olarak da geçer. 1597 yılında yapılan ilk cami kubbeli imiş, günümüzde Öyleböyle geçen bir haftadan sonra biz yine yollara çıkacağız galiba bu haftasonu. Kısmet olurda gidip de dönersek yazarım. Herkese mutlu ve huzurlu cumalar! Allahım başka afetler yaşatma bize, biz de birbirimizin yarasına derman ZiyaretçiDefteri. Öğretmenlikteki ilk görev yerimdir. 1986 yılında Aydın Karacasu/Ataeymir 3 yıl buralarda kaldım Kenan hoca ile de kısa bir teşviki mesaimiz oldu . İlk Aphrodisias şenlikleribenim olduğum zamana denk geldi. Daha sonra da Bursa’dan iki otobüs öğrencilerimle tekrar ziyarete gitmiştim. Beşyıl öncesi, otobüs yolculuğunda hissettiğim duygularla yaklaşmıştım Aydına. Aradan çok zaman geçti 14 yaşım çok gerilerde artık,ben şimdi yeşil pasaportlu ve seyahat delisi bir öğretmenim,Türkiye de gezmediğim çok az yer kaldı ve artık Avrupa’ya açılmalıyım dedim geçen yıl ve Almanya da ki Aradaniki yıl zaman geçti. Hiçbiri için Melodram ödeme yapmadı. Birkaç kere ofislerine de uğradım. Hem gündüz kuşağında hem de prime time'da pek çok popüler diziye oyuncu sağlamış olan Melodram Ajans hakkında bilgiler, Erkenci Kuş, Afili Aşk, Kuzgun, Bir Aile Hikayesi, Şampiyon, Avlu, Kadın, Söz, Jet Sosyete, DbblBTi. Güncelleme Tarihi Nisan 12, 2018 1100Oluşturulma Tarihi Nisan 11, 2018 1535Avlu dizisiyle setlere dönen Moray, eşi ile tanışma hikayesini Instyle dergisine verdiği röportajda anlattı...1/11Ceren Moray geçtiğimiz yıl eylül ayından Fransız sevgilisi Nico Burn ile Bodrum'da nikah masasına dizisiyle setlere dönen Moray, eşi ile tanışma hikayesini Instyle dergisine verdiği röportajda anlattı...3/11"Bercelona’da tanıştık. Turist olarak geldiğimiz bu şehirde geçirecek kısa bir zamanı kalmıştı ikimizin de. İstanbul’a geri döndüğümde bavullarımı havalimanında bırakmış olduğumu eve gelip de telefonla bu bana bildirildiğinde anladım, o derece akıl yitimi yani..."4/11"Daha o gün aradı Nico, İstanbul’a geleceğini söyledi. Çok gerildim. O büyünün bozulmasını istemiyordum çünkü…"5/11"Geldiğinde her ikimiz de nasıl davranacağımızı bilmiyorduk. Aradan birkaç saat geçti belki Bu kızın peşinden gitmeseydim hayatım nasıl olurdu diye düşünmek benim için çok yorucu’ dedi."6/11"O gün aşık oldum ben de ona zaten. Sonrasında uzun ve maddi-manevi zorlayıcı bir seyahatler zinciri başladı ikimiz içinde. Arkasından da evlendik."7/118/119/1110/11Son 24 saatte yaşananlar Bir zamanlar hangi yönden gelirseniz gelin karayolunun iki yanını kuşatan yaşlı kavaklıkların arkasına saklanmış iki katlı evleriyle yemyeşil ovayı süslerdi genişledi, ağaçlar kesildi, binalar yükseldi ve sonunda ilçeye tepeden bakanlar, eski Kula'dan geriye hiçbir şey kalmadığını beri yolculuklarımda her seferinde bir başka köşesini keşfettiğim, şirin, eski, rengarenk boyalı evleriyle bana Osmanlı dönemlerindeki mütedeyyin kasabaları anımsatan içine kapalı, Anadolu'nun küçücük bir ilçesi "Yanık ülke" Kula'da, çok eski adıyla Kataketaumene'deyiz bugün... Kula'ya hangi yönden gelirseniz gelin yolun iki yanını kuşatan devasa kavaklıkların arkasında iki katlı evleri hayal meyal görülürdü. Hele yaz bitip de sararan yapraklar, sağa sola savrulmaya da başladığında Kula’da sonbaharı yaşamanın tadına doyum olmazdı… Yıllar geçti aradan, önce ilçeyi süsleyen kavaklıklar yerlerini hızla çok katlı binalara, akaryakıt istasyonlarına, tamirhanelere, otobüs yazıhanelerine, oto komisyoncularına, usta işi derme çatma atölyelere terketti… İlçe İzmir yönüne doğru hızla büyüdü… Sokaklar genişledi, bulvarlar açıldı, ağaçlar kesildi, binalar yükseldi ve sonunda İzmir yönünden gelenler yanardağ kraterlerini geride bırakıp çıktıkları ilçeye tepeden baktıklarında, eski Kula'dan geriye hiçbir şey kalmadığını farkettiler. ÖNCE KAVAKLAR GİTTİ Yıllar geçti aradan, önce ilçeyi süsleyen kavaklıklar yerlerini hızla çok katlı binalara, akaryakıt istasyonlarına, tamirhanelere, otobüs yazıhanelerine, oto komisyoncularına, usta işi derme çatma atölyelere terketti… İlçe İzmir yönüne doğru hızla büyüdü… Sokaklar genişledi, bulvarlar açıldı, ağaçlar kesildi, binalar yükseldi ve sonunda İzmir yönünden gelenler yanardağ kraterlerini geride bırakıp çıktıkları ilçeye tepeden baktıklarında, eski Kula'dan geriye hiçbir şey kalmadığını farkettiler. Kula’nın o tipik Osmanlı dönemi kasabalarını andıran “mütedeyyin yanı” o büyük ilçenin ortalarında bir yerde küçücük kaldı… Son yolculuğumda Kula'nın o eski mahallelerinde dolaştım, evlere, yüzlere, sokaklara baktım. Kula’ya giderken aylardan sonra ilk kez, çayı ile kahvesi ile kekiyle, sık sık arızalanan videosu ile bir otobüs yolculuğunun tadını da çıkardım. Alçalmış kapkara bulutların örttüğü 49 bin nüfuslu ilçede, kış mevsimine rağmen bahar ılıklığındaki havada, ara sıra çiseleyen yağmurla selamlaştım, sonra kasabanın çarşısından içerilere doğru BİN YAPI VAR Araştırmalara göre Kula’da Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini taşıyan 3 bin yapı var. Bu evlerden 880’i tescilli ve koruma altında. Evlerin restorasyonu pek hızla olmasa da sürüyor. Kula aslında kale içi bir yerleşim. Çünkü bugün bile kullanılan isimler Demircikapı, Seferkapı ilçenin bu özelliğini doğruluyor. Bugün için kale kalıntıları görünmüyorsa da kalenin varlığı açık. Bu nedenle de doku çok sıkışık. Şehir merkezi ve çekirdekler düzlükte yer alıyor. Evler ise çekirdek etrafında mahalle birimleri halinde görülüyor. Sokakların ancak bir yük hayvanının geçebileceği kadar dar oluşu evlerin sokak kenarında sıralar halinde yer alması, meydan olmaması ve yer yer sağlık koşullarına uymayan yerleşimlerin bulunması karakteristik bir kale içi dokusunu oluşturmuş. Sokakların en çok 100 metreden sonra kıvrılma ve kırılması organik dokuyu yaratmış. Kula’da evler iç içe gelecek şekilde sıkı bir doku görünümünde. Hatta evlerin çatıları sokakları örtmüş. Kula sokaklarında yağmurda ıslanma şansınız yok, Kula’da damların altı kuru, gezenlerin de yolu. Kula evleri 18. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altındaki hemen her bölgede karşımıza çıkan ve Türk Evi olarak tanımlanan ahşap evler. Gerek plan, kuruluş ve gerekse ahşap, alçı ve kalem işi gibi zengin sistemleriyle bu dönem Osmanlı Sanatı’nın başarılı örnekleri. 19. Yüzyıl’da devam eden yapı şekliyle Kula İlçesi'nin merkezi tipik bir Osmanlı kent dokusuna sahip. Tarihi Kula evleri genellikle iki katlı ve ahşap. Üst katlar sokağa doğru çıkıntılı olup, kiremitle örtülü çatılar bir saçak ile bitiyor. Bu saçakların alt kısmında süslemeler var. Pencereler tahta kepenkli, iç kısmı avlu ya da bahçe ile bir bütün olup günlük yaşam biçimi ile uyumlu bir KADINA GÖRE Araştırmacıların tespitlerine göre tarihi Kula evlerinin kerpiç dolgulu zemin katı genellikle taş, taşıyıcı sistemi ağaç yapı tekniği ile inşa edilmiş. Alt katları genellikle penceresiz ya da az pencereli. Kula evlerinin hepsinde bir avlu yer alır. Avlu en az 3 metre yükseklikte bir duvar ile çevrili. 18. Yüzyıl ile 19. Yüzyıl'ın ilk yarısına ait örneklerde eve giriş çoğunlukla avludaki çift kanatlı ahşap bir kapı ile sağlanırdı. Zemin katta ahır, kiler, mutfak gibi mekanlar yer alır. Fırın ve tuvalet çoğunlukla avlunun bir köşesinde. Sofalı evlerde tuvalet evin içine alınmış. Kula Evleri büyük aile yapısına ve yaşamın önemli bölümünü evde geçiren kadına göre düzenlenmiş, çünkü Kula'da kadın için günlük yaşam, yazları avluda, bahçede ve hayatta; kışları ise ara katta ya da ikinci katta geçer. Bahçede sebze-meyve yetiştiriliyor. Dolaplar işlevlerine göre yüklük, çubukluk, testilik, peşkirlik, lambalık, tembel deliği gibi adlarla anılıyor. Seki altı yönündeki yüklüklerin yanlarında gözenek denilen kandil şişe ve bunu gibi eşya konulan bezemeli ahşap gözler bulunuyor. Dolapların bazıları tavana kadar uzanıyor. Bazılarının üst korkuluklu asma kat biçiminde. Kula'da bulunduğum birkaç saat içinde kasabanın kalbindeki sokakları tek tek dolaştım, o havayı doyasıya soludum, daracık sokaklarda her biri diğerinden farklı güzellikteki ahşap kapıların açılacağını, avlularından yürüyerek kendi çocukluğumu yaşadığım kasabadaki gibi dedelerimin, anneannemin, babaannemin, şimdi hayatta olmayan teyzelerimin bana gülümseyeceği hissine kapıldım. Evlerin çoğunun ahşap kapıları asma kilitlerle sıkı sıkı kilitlenmişti. Avlularında uçuşan kuşların kanat çırpıntıları dışında hayata dair tek ses yoktu. Kimbilir neler yaşanmış, neler tükenip bitmişti. O güzelim evler gençler için kendilerine bazı aile büyüklerini hatırlatan, tozlanmış acı ya da tatlı anılardan başka hiçbir şey ifade etmiyor şimdi… Güncelleme Tarihi 11 Şubat 2018, 1248 Avlu Dizisi Çalan Şarkılar [Güncel] Star tv’de ilk bölümü 29 Mart 2018’de yayınlanmış olan ve her perşembe saat yayınlanan dram türünde bir televizyon dizisidir. Avlu Dizisinde Çalan şarkıları aşağıda listeledik. Konu çok fazla şiştiği için bu ana konu olarak kalacak, yeni bölüm geldikçe buradan bağlantı vereceğiz. Avlu Müzikleri kategorisi Avlu Müzikleri Avlu Son Bölümde Çalan Şarkılar >> Avlu 36. Bölüm Çalan Şarkılar Sagopa Yeni Jenerik Müziği Avlu 27. Bölümde Çalan Müzik Zülfü Livaneli – Gün Olur – Avlu 24 Ocak Çalan Şarkı Avlu 26. Bölüm Çalan Şarkılar Candan Erçetin – Kırık Kalpler Durağında Mehmet Güreli – Kimse Bilmez Avlu 1. Bölümde Çalan Şarkılar Avlu’da Çalan Rap Şarkı – Galiba Sagopa Kajmer – Galiba Şarkı Sözleri Sözler İçin sen sen sen seven Sevdiğine böylemi yapar seven? Güneşimi karartıp da kaçar gider Bu karanlıkta tek başımayım neden? bilmem bilmem bilmem Seven Sevdiğine böylemi yapar seven. Güneşimi karatıp da kaçar gider Bu karanlıkta tek başımayım neden? bilmem bilmem bilmem Ama olmaz Bu kötü gidişe bi son vermem gerekir. Ama olmazolmaz Bu kötü gidişe bi son vermem gerekir. Ama olur İstesem dünyalara kavuşurum inan. korkarımama galiba Bütün bu olanlara dayanamam ama hazırım. Sen giderken adımlarını sayarım. Heyhat! Ne yazık seni yanlış tanıdım sanırım. korkarımama galiba bütün bu olanalara dayanamam ama hazırım. Sen giderken adımlarını sayarım. Heyhat! Ne yazık seni yanlış tanıdım sanırım. Hey giden Ardına hiç dönüp bakmadan gidebilen sen sen sen Kalbinde zerre payımdamı yok neden? Geri gelmeyen zamanın yitirilen. Hey gidensen sen ardına hiç dönüp bakmadan gidebilen Kalbinde zerre payımdamı yok neden? Geri gelmeyen zamanın yitirilen. Ama olmaz Bu kötü gidişe bi son vermem gerekir. Ama olmaz Bu kötü gidişe bi son vermem gerekir. Ama olur yine olur İstesen dünyalara kavuşurum inan. korkarım ama galiba bütün bu olanlara dayanamam ama hazırım. Sen giderken adımlarını sayarım. Heyhat! Ne yazık seni yanlış tanıdım sanırım. korkarım ama galiba Bütün bu olanlaara dayanamam ama hazırım. Sen giderken adımlarını sayarım. Heyhat! Ne yazık seni yanlış tanıdım sanırım. Avlu – Kolera Sen Nasıl Bir İnsansın Sözleri İçin yağmur aktı sel Doğdu Eylül’ün kızı esen Günün sürpriz ismi Ehlen ve Sehlen Çok zaman kaybetti deve pireyle Ben de küçüktüm eskide Göğe bakardım Gözlerim dönerdi maviye Gergedanın ezik kalbim üzerinde koşturması Aynı benin farklı el de yepyeni bir hal alması Uykudan evvel yolculanan günün hatırlanması Derinden bir iç yanması YANDIM.. Bana gelirsen kalbin elinde gel Kemiklerinden sıyrılıpta gel Baharı bekle akasyalarla gel Çuvallamayız korkma bir omuz ikimize de yeter Söyle bana daha önce hiç kimseciklere söylemediğin sözler SöyLe.. Hayrımı isteyen şükür birkaç yaratılanda var Hala öldürdüğüm örümceğin üzerimde bedduası var Hata yapmaktan korkan KOLO hata üzerine hata yapar Sanki taşınırken düşer tabutum ölüm çıkar Bir eksi daha yazıldı birden haneye Gerek yok bahaneye Utanç için bul kusur şahaneye Mum kendini lav zannetti söndü döndü laleye Şükür rahmet düştü tane tane her bir daneye İste sade iste ayrı 7 pınardan su toplarım İste eski medeniyetler gibi yerin dibine batarım Ben gerçeğim onlar hayal İste sana ispatlarım Bir sevsen beni gönlündeki derdi siler atarım NAKARAT Aradan çok yıllar geçti Çok sular aktı Düştüm bu hale Eller heva hevesine düşkün Konuştu halimi 7 mahalle Herkes anladı Ne yazık ki anlatamıyorum derdimi yare Kalbim ellerden düştü Oldu ciğerde pare pare Göründüm güçlü düzeldim sandım ama hep bunalımdayım Ne mümkün dengede durmak Fırtınadan bir uçurumdayım Daha filmi anlatmadan ağlarsın Sen nasıl bir insansın Ben senle aşka düştüm Parçalandım tane tane KOLO kayıp ülkenin prensesi ondan duyulmaz sesi Büyütmüş beni ölülerin üvey sevgisi Fermanı verdim ve vuruldu Cellâdın hain kellesi Azarlandığım anlar ve insanların küfrü sözleri Bakar kör bir hayat yaşadık hurma ağacı altında Buka vuruldu kahra ateş düştü bağrıma Kötü niyetle sorulan bir sorusun iyilik arama cevapta Kendini öldüren bir akrebim ben yangın ortasında Altın suyuna batırdın tekrar sattın eski hurdayı Ben de sen kalana kadar soydum izbe dükkânı Özledim sinirliyken gelip derdime sırnaşmanı İnfilak eder gözlerime düşen intihar uçakları Sonunda geldin elinde tozlu yapma çiçeklerin Ehh teşekkür ederim Bana da birkaç dakikanı verdin Sen çocukları korkutan o soğukkanlı cin prenssin Ağlamak istedim 40 dereceyle yandı gözlerim Aradan çok yıllar geçti Çok sular aktı Düştüm bu hale Eller heva hevesine düşkün Konuştu halimi 7 mahalle Herkes anladı Ne yazık ki anlatamıyorum derdimi yare Kalbim ellerden düştü Oldu ciğerde pare pare Göründüm güçlü düzeldim sandım ama hep bunalımdayım Ne mümkün dengede durmak Fırtınadan bir uçurumdayım Daha filmi anlatmadan ağlarsın Sen nasıl bir insansın Ben senle aşka düştüm Parçalandım tane tane.. Avlu – Kolera Varsa Yoksa Avlu 2. Bölümde Çalan Şarkılar Avlu – Kadınım Şarkısı Avlu Yeter ki Şarkısı – Fikret Kızılok Yeter Ki Sözleri İçin gözlerim kelepçelerde Sevda çöllerinde Geçiyor aylarım, yıllarım, gecelerim Sevda zindanlarında Yeter ki sen sev beni Yeter ki inan bana Varlığın dilimde bir yudum su Sevda çöllerinde Hayalin, serabın yeterdi bana Sevda zindanlarında Yeter ki sen sev beni Yeter ki inan bana Avlu Dizisi Babamız Bizi Sevmedi Şarkısı Babazula – Babasız Kızlar Balosu Sözleri İçin Tıklayınız.“bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın Biri kırık olmalı Bu şartı yerine getirmeyenler Kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de Katılabilirler” Uzun hazırlıklardan geçtik biz Uzakdiyarlara uçtuk başka çaremiz yoktu Babasız kızlar korosu Babamız bizi sevmedi Çirkiniz! çirkiniz! Zır deliyiz. güzeller güzeli şüphe Kır kalbimi, alışığım ben Yeşil gözleri babamın gözleri zehirli yosunlardandır İnce ince proje dokur, gürcü soğuk ve mağrur Babamı hiç görmedim – ki onca yıldır “bu baloya davetli kızlar Babalarının cenazesinde bulunmayacaklar” Niye seveyim seni Babalarının terk ettiği kızlar, kötülüklerinde cömert Aşklarında hazin ve güvenilmezdirler Babasız kızlar korosu Babamız bizi sevmedi Öyle birşey koptu ki içimizde Bütün kötü kadınlar bizden sorulur Kaçmayı biliriz biz en iyi Ey cesur! ey sevgili! sıkıysa bak gözlerime Taşa çeviririm seni, mum gibi eritirim Çocukluk acıları pazılarımdır benim Ah ben ne güçlü ne unutkanım bilemezsin. “balomuz gece yarısını geçe başlayıp Canımız isteyince biter” Kandırdur arabalarıyla dolanmayız biz Cam kırıklarında dans etmek varken Babasız kızlar korosu Küfredip kavga çıkarırız Çirkiniz! çirkiniz! çirkiniz Babamız bizi sevmedi Cümlenizin hakkından geliriz Yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi Göçebeyiz; talan eder tüyeriz Hayat, baskınımıza mazur bir davet yeridir Arka kapıları tekmeler içeri gireriz Yaklaşma yakarım, dumanını üflediğim gibi Keyfime bakarım Ön kapıdan ve sırayla Buyrun kibar hanımlar beyler Babanız sizi sevdi de ne oldu? Korkak, kör ve bok gibisiniz. Avlu Hasret Şarkısı – Bulutsuzluk Özlemi – Hasret Sözler İçin girmedi gözüme yine dün gece seni düşündüm ay ışığı sardı kenti bütün gece üşüdüm seni düşündüm al götür beni sar ısıt beni yağmurunda ıslandığımız yollarında yürüdüğümüz ılık rüzgarları deniz kokan kente ben burada sen orada hasret bitmez büyür sevda Avlu Çalan Şarkılar Kırmızı Bir At Çizerdim Sözler İçin bir at çizerdim, kırmızı bir at… bak bu da kafası… nereden geldim, nereye giderdim? bu da düşünen kafamın bana sorusu. sür beni sarp kayalıklara oradan aşağısı başka yerin konusu.. “ah” dedi “senin durumun fena” “ah” dedi “kalbimde bu neyin acısı” dayanamaz, kalbimin içinden çıkardım, utanmadan dünyaya tepeden bakardım. kimse beni bilmez, bilmez, beni bilmez,bilmez beni kimse ben hep saklandım… yanmalısın, sönmelisin ruhları incitmeli inanırken yalanlara, delirmiş olmalısın. bakmalısın, görmelisin, acıya yer vermelisin varmak için “hep”lere, önce “hiç”i göze almalısın… o kızgın bakışın, bir de üzgün bakışın, yüzlere gülüşün ve ani bir düşüşün… üzülmeye gelmez giderdim aramaya ruhumu parçalarını… üzerime bir bir dikerdim, beni nasıl isterdin tek parça… yoksun bedenim yoksa.. kime güler yüzün? kime ağlarsın? çek, bir sandalye çek ve otur mumlar var, mumları yak anlatacaklarım uzun, uzundur yollar ve her ne yana gidersen git beter gibi sonsuz ama yoksun bedenim yoksa… yokum, bedenim yok benim… kime güler yüzüm? kime ağlarım? duruyorsa, ne duruyorsun? yarına kalsa, ne umuyorsun? yokum, bedenim yok benim… sandalye çek ve otur mumlar var, mumları yak anlatacaklarım uzun, uzundur yollar ve her ne yana gidersen git beter gibi sonsuz ama yoksun, bedenim yoksa… her yer ne kaplı hiç bilemezsin… her yanım, her sözüm, her savaşım, her yarım, öyle zor, öyle zor, öyle zor, geliyor ki! her yeni gün her yeni gün her yeni gün her yeni gün her yeni gün… Avlu 5. Bölüm 26 Nisan Çalan Şarkılar Kolera – Pespaye Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Sözler İçin var kaçış yok. Baş açık kafa yor. Başı boş, işin iş, kafa tut Bi de bak şu da var. Bu müzik uçuşur sıkı tut. Kaçışır notalar yarışır dibe vur şımarık. Sana yok dilediğin daha dur daha var Daha çok sana diyecek bana hava hoş Sayamadım bu kaçıncı zaferim Ben o pespayenin hakkından gelirim Yanlış anlaşılma olmasın Ayrı ayrı koyma bizi ayrı gayrı olmasın Ve benle gücüm yeriz iki kişilik yer olmasın Hiç halledilir.?… Alın yazısı sen her yazı dediğinde Ben paranın gelen turası Kolera sarıyo etrafı Adi atı alan ayağı yerde gezer Beşyüz on milyon km karecik yerde yer israfı Baştan başa pespaye Olsa hayat benim yerim başköşe Başrolünde hayatının herkese Ve aşkımızı tutarız merkezde Baştan başa pespaye Olsa hayat benim yerim başköşe Başrolünde hayatının herkese Ve aşkımızı tutarız merkezde Koca bir dağı kaldıracak gibiyim Ben o volkana değebilecek kişiyim Sıradan bir kızın biriyim ama ben Bana dokunanın hakkından gelirim Kendimden ödün verecek değilim Ne safım ne çok anasının gözü bişeyim Sıradan bir kızın biriyim Ama ben o sandığınız kızlardan değilim Hendek atlatırsın mamuta bir Laf anlatamazsın ucuza yıkılan gökdelenler dönüyo Moloza, bu enkaza girmek girmek gibi En fazla gerek yok ki gaza bağırma avaz avaza Faraza, tut ki çıktı arıza yoktur yapacak Olmaza devamsa kaprise dönecek dünyası fanusa Dönüşür en güzel düşler kabusa Dönen insanların sise bende dönüşürüm virüse İnme, inecek gibi Kapanacak gibi üstüne maden Bak çökecek gibi duruyor zaten Neden altında duruyorsun halen? Cebren, baksen bahaneci işi kendisi batırır Kolera bu kezde sırtınızı yere yatırır Soğuk su niyetine benzen, lıkır lıkır Böylelikle iş yürür tıkır tıkır Saklan odana, gidin işinize Düşmeyin bi’ peşimize, bunca işimiz içinde Bırakında bakalım incelikle işimize Baştan başa pespaye Olsa hayat benim yerim başköşe Başrolünde hayatının herkese Ve aşkımızı tutarız merkezde Baştan başa pespaye Olsa hayat benim yerim başköşe Başrolünde hayatının herkese Ve aşkımızı tutarız merkezde Koca bir dağı kaldıracak gibiyim Ben o volkana değebilecek kişiyim Sıradan bir kızın biriyim ama ben Bana dokunanın hakkından gelirim Kendimden ödün verecek değilim Ne safım ne çok anasının gözü bişeyim Sıradan bir kızın biriyim Ama ben o sandığınız kızlardan değilim Çağdaş Türkü – Bekle Beni Küçüğüm Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Sözler İçin beni küçüğüm Umudu karartmadan Sevinci yitirmeden Döneceğim bir gün bekle beni Ama acılara alışılmaz Bir şeyler var değişecek Bir şeyler var değiştirmemiz Gereken önce Acılardan başlanacak Sen türkülerimi söyle ve Gülümse küçüğüm Umudun ırmağıyla yeşerecek Hasretin bozkırları Ama acılara alışılmaz Bir şeyler var değişecek Bir şeyler var değiştirmemiz Gereken önce Acılardan başlanacak Mapushanenin türküleri Hüzünlüdür biraz Burkulmasın yüreğin Sızlamasın için sakın bekle beni Ama acılara alışılmaz Bir şeyler var değişecek Bir şeyler var değiştirmemiz Gereken önce Acılardan başlanacak Bulutsuzluk Özlemi – Yaşamaya Mecbursun Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 6. Bölüm 3 Mayıs Çalan Şarkılar Rubato & Sıla – Yıkılmışım Ben Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Özlem Akgüneş – Korkuyorum feat. Efraim Genç Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Electro Tülay – Gönlüm Gece Filmi Soundtrack Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Bir Ateşe Attın Kamuran Akkor Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 7. Bölüm 10 Mayıs Çalan Şarkılar Nilipek – Havada Bir Hinlik Var Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Behiye Aksoy – Benim İçin Öldün Artık Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 8. Bölüm 17 Mayıs Çalan Şarkılar Sagopa Kajmer-Sessiz Ve Yalnız Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Nazan Öncel – Kız Bebek Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 9. Bölüm 24 Mayıs Çalan Şarkılar Neşet Ertaş – Hapishanelere Güneş Doğmuyor Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Zeynep Alasya – Uçurtma Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Papatya Gibisin Beyaz ve İnce Dans Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 10. Bölüm 31 Mayıs Çalan Şarkılar Avlu 10. Bölüm – Neşet Ertaş – Dertli Anam Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Fikret Kızılok – Kalbim – Avlu Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Teoman – Boşu Boşuna – Avlu Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 11. Bölüm 7 Haziran Çalan Şarkılar Esmeray – Yollara Düştüm Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu Sezon Finalindeki Rap Şarkı Sagopa Kajmer & Bergen – Sen Affetsen Ben Affetmem Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 12. Bölüm Çalan Şarkı Ayben – Kimsin Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 14. Bölüm Çalan Şarkı Cem Kısmet & Pilli Bebek – Kızım Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 15. Bölüm Çalan Şarkı Esmeray – Unutama Beni Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 17. Bölüm Çalan Şarkı Zeynep Bakşi Karatağ – Talihim Yok Bahtım Kara Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 18. Bölüm Çalan Şarkı Neşet Ertaş – Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 19. Bölüm Çalan Şarkı Semra Tunç – İnan Bana Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 20. Bölüm Çalan Şarkı Mavi Sakal – Iki Yol Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 21. Bölüm Çalan Şarkı Çağdaş Türkü – Bekle Beni Küçüğüm Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu 23. Bölüm Çalan Şarkı Ali Cihan -Avlu Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Sözler İçin günlerinde dolar barışa, bayrama hasret Öyle içten öyle derin susup bekle ve sabret Kurşun atsam işlemez kötü bu kader bu kısmet Ağlamaklı olur anlatamam öyleki gerçek Vakit gelir giderim elbet gamsız uykuya Ömür geçer ruhum özgür gezer devriye Bilki hep yanımdasın canımdan bir parça Kaç adımda biter kaç ömür sığar bir bu avluya?5 Vakit gelir giderim elbet gamsız uykuya Ömür geçer ruhum özgür gezer devriye Bilki hep yanımdasın canımdan bir parça Kaç adımda biter kaç ömür sığar bir bu avluya?7” Avlu 25. Bölüm Çalan Şarkı Galiba – Sagopa Kajmer Şarkıyı Dinlemek İçin Tıklayınız. Avlu Dizisi Son Bölümde Çalan Şarkılar eklenecek… Avlu Dizisi Oyuncuları Demet Evgar – Deniz Demir Ceren Moray – Azra Kaya Nursel Köse – Kudret Öztürk Kenan Ece – Murat Ünal Teoman Kumbaracıbaşı – Hakan Demir Ruçkan Çalışkur – Nilgün Demir Şebnem Dönmez – Nihal Ünal Çağdaş Onur Öztürk – Oktay Boran Deniz Barut – Melis Ersoy Onuryay Evrentan Atasalihi – Özlem Balaban Eslem Akar – Ecem Demir Şeyla Halis – Jale Şahin Ayça Damgacı – Hasret Şengül Denizcan Aktaş – Alp Öztürk Anahtar Kelimeler Avlu Dizi Müzikleri, Avlu Jenerik Müzikler, Avlu Dizisi Çalan Şarkılar, Avlu Dizisinde Çalan Rap Şarkısı, Avlu Çalan Müzikler, Avlu Son Bölümde Çalan Şarkı, Avlu 26. Bölüm Çalan Şarkı Sevdiklerinle Rüştü Karaca 18. yüzyılda Osmanlı’nın batıya öykünüşü Lale devrinde Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin 1721’de elçi olarak Fransa’ya gitmesi ve Sefaretname’sini okuyan Saray çevresinin o yaşam biçimine özenerek, Sâdâbat’ta çeşitli kasırlar inşa ettirmesiyle başlar. Böylece Batı etkisi Osmanlı kültüründe en önce mimarlıkta ortaya çıkar. Daha sonra savaşlarda arka arkaya gelen yenilgiler nedeniyle Ordu, Batı’dan getirtilen askeri uzmanlarla geliştirip yenileme yoluna gidilir. Bu doğrultuda İTÜ’nün öncülü kabul edilen Mühendishane-i Bahri-i Hümayun1776 ve Mühendishane-i Berri-i Hümayun1795 batı örneğindeki ilk askeri meslek okulları olur. 1839’da ilan edilen Tanzimat, içerdiği hükümlerle, devletin yüzünü artık Batı’ya döndüğünün resmi belgesi gibidir. 1831 yılında Hassa Mimarları Ocağının kapatılıp ardından 1882 yılında, bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çekirdeği olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin kurulmasıyla batı tarzında mmarlık eğitimine geçilir ama Mimarlık Türkler yerine Rum ve Ermeni gençlerin tercih ettiği bir okul ve meslektir. İstanbul’da eserleriyle yaşayan mimarlar arasında, “mimar-ı saray-ı humayun” unvanını taşıyan ve 1880 yılında Taksim’deki Aya Triada Kilisesi’ni yapan Vasilaki Bey İoannidis ve oğlu “sermimar-ı hazret-i şehriyari” unvanlı Yanko Bey İoannidis gibi önemli ve çok üst mevkilere kadar yükselmiş mimarların yanı sıra, Heybeliada Ruhban Okulu’nun mimarı Perikles Fotiadis, Özel Fener Rum Lisesi’nin mimarı Kostantinos Dimadis, Çiçek pasajının mimarı Kleanthis Zannos, Şişhane’deki Frej Apartmanı mimarı Konstandinos Kiryakidis-Aleksandros ve bugün Pera Müzesi olarak kullanılan Bristol Oteli’nin mimarı A. Manoussos yer alıyor. 19. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin geleneksel bağlarını zorlamaya başladığı, ama tümüyle de koparmadan yavaş yavaş başka bir dünyaya, Batı’ya yöneldiği bir dönemdir. Aslında bu yönelişin ilk geniş ölçekli örneği daha bir önceki yüzyılda, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin 1721’de elçi olarak gittiği Fransa’da görüp yaşadıklarını anlattığı Sefaretname’sini okuyan Saray çevresinin o yaşam biçimine özenerek, oradan getirttikleri planlara göre Sâdâbat’ta çeşitli kasırlar inşa ettirmesiyle görülür. Böylece Batı etkisi Osmanlı kültüründe en önce mimarlıkta ortaya çıkar. Daha sonra savaşlarda arka arkaya gelen yenilgiler, Osmanlı’yı askeri gücünü sorgulamaya yöneltir. Batı ordularının gerisinde kalmış olduğu fark edilen orduyu, yine Batı’dan getirtilen askeri uzmanlarla geliştirip yenileme yoluna gidilir. Yüzyılın son çeyreğinde bu amaçla açılan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun1776 ve Mühendishane-i Berri-i Hümayun1795 Batı örneğindeki ilk askeri meslek okulları olur. 1839’da ilan edilen Tanzimat, içerdiği hükümlerle, devletin yüzünü artık Batı’ya döndüğünün resmi belgesi gibidir. Yönetim, hukuk, eğitim, sağlık, toplumsal yaşam vb gibi alanlardaki yenilikler, Osmanlı mimarisi için tanıdık olmayan, Batı’dakiler örnek alınarak yapılan çeşitli yeni bina türlerini de birlikte getirir. Bir yandan Avrupa devletlerinin yaptırdığı İstanbul’daki sefarethaneler, bir yandan da yüzyılın yarısından sonra Batı tipi saray, kasır, okul, ardından hastane, postane, istasyon, apartman, iş hanı vb gibi binalarla İstanbul’un fiziki çehresi değişmeye başlar. Tabii bu değişiklik daha çok yabancılarla gayrimüslimlerin yaşadığı Péra/Beyoğlu bölgesinde görülür. Geleneksel yaşam tarzını sürdüren İstanbul ve Üsküdar/Kadıköy yörelerinde yayılması ise, daha yaklaşık yüzyıllık bir süre alacaktır. Bu arada, yüzyılın ilk yarısında mimari alanı etkileyecek çok önemli bir olay yaşanır, Hassa Mimarları Ocağı lağıv edilir. Temel görevi kamu ve devlet binalarının inşası ve onarımı olan bu ocağın bir başka görevi de alınan çırakları eğitip mimar olarak yetiştirmektir. Yani usta-çırak ilişkisine dayanan geleneksel bir eğitimin sürdürüldüğü Ocak, günümüzün mimarlık okullarının o zamanki karşılığı sayılabilir. Mimar Sinan’dan Davud Ağa’ya, Dalgıç Ahmed Çavuş’tan Sedefkâr Mehmed Ağa’ya kadar Osmanlı mimarlığının bilinen bütün ünlü mimarları bu eğitimle, bu ocaktan yetişmişlerdir. Ama Hassa Mimarları Ocağı’nın 1831 yılında kapatılarak yerine kamu ve devlet binalarının inşaatını yürütmek üzere Ebniye-i Hassa Müdiriyeti’nin kurulmasıyla mimarlık eğitimi kesintiye uğrar, çünkü bu yeni müdüriyetin görevleri arasında mimarlık eğitimi yoktur. Bu tarihten 1882 yılında, bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çekirdeği olan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin kurulup ertesi yıl eğitime başlamasına kadar da bağımsız bir mimarlık okulu olmayacaktır. Artık mimar olmak isteyen gençler ya Avrupa’daki mimarlık okullarının birinde okuyacaklar ya da eskiden de olduğu gibi piyasada iş yapan mimarların, kalfaların yanında yetişeceklerdir. Henüz mimarlık mesleği tanımlanmış kurallara bağlı olmadığı için, okullu ve alaylı mimarlar arasında mesleki fark görülmemektedir. Ebniye-i Hassa Müdiriyeti kurulunca, Hassa Mimarları Ocağı’ndaki mimarlar bu müdüriyete kaydırılır. Hatta o dönemde ocağın başındaki Abdülhalim Efendi de yeni kuruluşun başına getirilir. Ancak, Hassa Mimarları Ocağı’ndan yetişmiş mevcut mimarlar için de, piyasada geleneksel mimarlık yöntemlerini uygulayarak çalışan kalfalar için de, gerek yeni bina türleri, gerek Sanayi Devrimi’yle Batı’da yaygınlaşan yeni inşaat teknikleri ve malzemeler artık iyice yabancıdır. Böylece mimarlık alanı, özellikle de büyük ölçekli kâgir binaların yapımı önce, çoğu kendi devletlerinin sefarethanelerini yapmak için İstanbul’a gelen ve ardından kurdukları kişisel ilişkiler sayesinde başka inşaat işlerine de yönelen yabancı Avrupalı mimarlara, daha sonra da Osmanlı tebaası Levanten, Ermeni ve Rum mimarlara kalır. Böylece mimarlık mesleği özellikle Rumlar ve Ermeniler arasında yükselişe geçerken, Müslüman çevrede revaç bulmaz. Müslüman gençlerin bu yolu izlememesinin önemli bir nedeninin, mimarlığın o dönemde bu çevrede pek makbul bir meslek sayılmaması olduğu düşünülebilir. Eğer ticaret yapmayacaklarsa Müslüman gençleri için, “askeriye”, “kalemiye” ya da “ilmiye” daha çekici gelmektedir. başında bile Sanayi-i Nefis Mimarlık Şubesi öğrencilerinin çok büyük bir bölümünün Ermeni ve Rum gençlerinden oluşması da bu gerçeği gösterir. Bu konjonktür içinde Nefise’de okuyan Rum gençlerinin arasından çok sayıda başarılı mimar yetişmiş ve ünlenmiştir. boyunca süren ve başında da Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden İstanbul’un mimari çehresinin Batılı anlamda değişmesi sürecinde Rum mimarların rolü çok büyük olmuştur. Mimar Kleanthis Zannos – Çiçek Pasajı / Galatasaray Çiçek Pasajı’nın bulunduğu yer 1800’lerde Mihail Naum Duhani adında Lübnan’lı bir Hıristiyana aitti. 1831 yangınında Naum’un burada bulunan evi yandı. Yangından sonra ünlü İtalyan İllüzyonist Giocanni Bartolomeo Bosca, bu araziyi sahibinden kiralayarak Bosca Tiyatrosu’ adıyla ahşap bir yapı yaptırdı. 1839’da Tanzimat ilan edilince Bosca’da tiyatrosunu kurmak için dönemin padişahı Abdülmecit’ten ferman almıştı. 1844’den sonra arazinin sahibi olan Naum, tiyatro yönetimini Bosca’dan devralır, tiyatro artık Naum Tiyatrosu’ dur. Salon tam bir İtalyan Operası biçimindeydi. Kat kat locaları vardı. Ahşap olan tiyatro binasının 1846’da Beyoğlu’nda çıkan büyük yangında tamamen yanması üzerine İtalyan mimarlar Gapare ve Gusappe Fossatti Kardeşler tarafından hazırlanan proje ile 1500 kişilik tiyatro yeniden inşa edilir. Tiyatro bu haliyle 4 Kasım 1848’de Verdi’nin Macbeth Operası ile tekrar açar perdelerini. Sultan Abdülmecit ilk kez, 9 Şubat 1849’da kendisi için inşa edilen imparatorluk locasından operayı izler. Operayı çok beğenen Abdülmecid, sanatçılara bağış yapar. Bu tarihten sonra ise sanatçıların sarayda konser vermesini isteyecektir. Sonrasında Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nu yaptırır. 1853’deki yangın sonucu yine yanan tiyatro, İstanbul’daki yabancı elçilikler ve Sultan Abdülmecit’in yardımlarıyla Mimar Smith tarafından eski formunda kagir olarak yeniden yapılır. Ne var ki bu kez 1870 yangını sonucu kül olur tiyatro. Dönemin ünlü bankerlerinden Hristaki Zografos Efendi, tiyatrodan kalan boş arsayı alır ve mimar Kleanthis Zanno’yu görevlendirerek, orijinal adı Cité de Pera olan bu çarşıyı yaptırır. Sene 1876’dır. Hristaki Pasajı olarak da anılan bu pasajı, 1908’de Sadrazam Küçük Sait Paşa satın alır. 1930’larda çiçek mezatlarının burada yapılmaya başlamasıyla da halk arasında Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlar. Yine aynı yıllarda cadde üzerindeki Degüstasyon Lokantası binanın içine bakan kapalı kapılarını yazın açarak buraya masalar koyar. Bu pasajda meyhane ve birahane dönemine ilk adımın atılışıdır. Degüstasyon Lokantası’nın bu buluşu rağbet görmeye başlayınca Vallaury’nun Pastanesi, Nektar Birahanesi gibi mekanlar aynı uygulamayı yapar. 1950’lerde çiçekçiler yandaki sokağa taşınır birer birer. Ve pasajda yeni meyhaneler açılır. 1950’lerin sonunda ise pasaj neredeyse bütünüyle bugünkü kimliğine bürünür. 102’inci yaşını kutladığı 1978 yılında çatısı çöker. Yeniden misafirlerini ağırlamak için pasaj 10 yıl bekleyecektir. 1988’de pasajı kurtarmak için kurulan dernek ve belediyenin girişimiyle onarılarak yeniden hayat bulur. 2005 yılı Aralık ayında ise, son bir bakımdan daha geçer. Ana yapım malzemesi taş olan yapının ön yüzüne gösterişli bir cephe mimarisi hakimdir. Cepheyi ortadan ayıran görkemli kapısı, heykel ve kabartmalarla bezelidir. Kapının üst tarafında, en üst katın orta bölümünde bulunan saate eklenmiş insan başı ilgi çekici bir detay olarak çıkar karşımıza. Cephedeki pencerelerde yer alan bozulmuş korint başlıklarının yanı sıra meyve salkımları ve pencere alınlarındaki yapraklar bir diğer ilgi çekici detaylar arasındadır. Mimar Ahilleas Manussos – Eski Bristol Oteli / Pera Müzesi Odakule’yi geçitinin bitişiğindeki eski Bristol oteli 1896 yılında Rum Mimar Ahilleas Manussos tarafından tasarlanmıştır. Sahibi Bristol Achilleis Manussos idi. Bristol Otelinin iç kısmı 1980’li yıllarda tamamen yenilenmiştir. Sonrasında uzun yıllar Esbank tarafından kullanılan bina 2004 yılında Kıraç ailesi tarafından Pera Güzel Sanatlar Müzesi’ne dönüştürüldü. Mimar Konstandinos Kiryakidis-Aleksandros – Frej Apartmanı / Şişhane Frej apartmanı 1905 yılında Selim Hanna Frej Friege tarafından yaptırılmıştır. Art Nouveau tasarım. Abartılı kıvrımlar , bitki desenlerinin önemli yer işgal ettiği zarif süslemelere yoğun olarak yer verilen bir sanat. Dört katlı binanın mimarı Kiryakidis. Frej Apartımanı 1983 yılında Sarkuysan’a satılmıştır. Yaklaşık 20 yıl bu şirkete genel müdürlük binası olarak hizmet eden Sarkusyan binası, Turgay Ciner tarafından otel yapılmak üzere satın alındı. Frej Ailesi Kökeni 1150’lere giden Maruni Cemaatinden Beyrutlu Hıristiyan Selim Hanna Freige’in babası Arap, annesi ise Amerikalıdır. Mösyö Hanna Frej, Glavaniler gibi çok eski ve zengin bir aileden. Osmanlı’ya borç veriyorlar. Hatta aile Osmanlının Doğu Akdenizdeki limanlarını 99 yıllığına kiralamayı teklif edebilecek kadar nakit bir servete sahip. Glavaniler gibi, Frejler de İstanbul sosyetesinin vazgeçilmez simalarından. Böyle olunca, sermayelerini de çocuklarını evlendirerek birleştiriyorlar. Glavaniler neredeyse Galata’nın yarısından fazlasına sahipler. Glavanilerin kızıyla, Frej’lerin oğlu Hanna beyin izdivacından ikisi erkek, birisi kız üç çocukları olur. Kızlarının adı Anjel. Selim Hanna bey bu apartmanı inşa ettirir. Hatta bugün binanın üzerindeki çocuk figürlerinin ailenin çocuklarını temsil ettiği rivayet edilir. Anjel hanım evlilik çağında yetişkin bir genç kız olduğunda, Osmanlı devleti çökmüş, yerine milli Cumhuriyet kurulmuştur. Bu sıralarda İstanbul sosyetesi, Kurtuluş Savaşı’nda bir kurmay subay olarak katılan, yakışıklı ve Yunan komutan Trikopis’i Dumlupınar’da teslim almasıyla ünlenen Dukakinzade Feridun bey hikayeleriyle çalkalanmaktadır. Sonunda Feridun bey ve Angel hanım evlenir. Angel hanım artık Aysel hanım olmuştur. 1927 yılında askerlerin yabancı hanımlarla evlenmesinin yasak edilmesiyle askerlikten ayrılır. Feridun bey de sonradan Dirimtekin soyadını alır. Çiftin hayatı, bir İtalyan opereti kadar renkli geçer. 1948 yılında Feridun bey emekli olunca, çift Frej Apartmanı’nı satıp yeni popüler olan Nişantaşı’na taşınır. Feridun bey yoldaki bir çukura düşer, kalçasını kırar ve tedavi olurken kalp krizinden ölür. Eşi Ayfer hanım, dışarıdan izleyenlere garip görünen davranışlar sergilemeye başlar. Bunu fırsat bilen Feridun beyin akrabaları, Ayfer hanımın deli olduğuna dair raporlar alır ve kalan servetin yönetimini üstlenirler. Zavallı kadıncağız bir süre akıl hastanesinde müşahede altına bile alınmıştır. Neyse ki, sonradan eşinin yakınlarıyla uzlaşmıştır. Bir huzur evinde ömrünün geri kalan günlerini geçirmiş, o da bir çukura düşerek hayata veda etmiştir. Dukakinoğlu Feridun Dirimtekin Tarihte, Sultan Yavuz devrinde vezirlik yapmış, oğlu Yavuz’un kızlarından birisiyle evlenmiş Dukakinoğlu Ahmet beylerden söz edilir. Bu ailenin en büyük ferdi Sultan Fatih devrinde Arnavutluk’a yerleşmiş bir Norman dükü olan Dük Jean’dır. Dukakinzade adı da, “duka”dan geliyor. 1895 doğumlu olan Feridun bey Harbiye den mezundur. Balkan Harbi, Çanakkale ve Sarıkamış cephelerinde subay olarak bulunmuş, daha sonra Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geçmiştir. Eşi yabancı olduğu için 1927’de ordudan ayrılıp, teknik alanda kendisini geliştirmek için Almanya’ya ihtisasa gider. Yurda dönünce Harp Okulları’nda hoca, Türk Hava Kurumu’nda başkan yardımcısı, Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü, Turing Otomobil Kurumu’nun kuruculuğu yapar. Gazete çıkarır. Belediye Meclisi’nde, Anıtlar Kurulu’nda üyeliklerde bulunur ve en son Ayasofya Müzesi müdürlüğünden emekli olur. Arkeolojik kazılara katılır. Bir çok dilde yayınlanmış yazıları, makaleleri vardır. Mimar Konstandinos – Elhamra Hanı / Beyoğlu Beyoğlu’nda St. Antuan Kilisesinin tam karşısında Elhamra han var. Binanın yerinde, ilk olarak, 1827 yılında Guistiniani Barthelmy adlı bir Cenevizli’nin yaptırdığı Fransız Tiyatrosu bulunuyordu. Fransız Tiyatrosu ve Billur Saray adlı eğlence mekanı, tam karşılarındaki Concorde Tiyatrosu kapatılıp yerine St. Antoine Kilisesi yapılıncaya kadar faaliyet gösterdi. Bina 1920’de Arapzade Said bey tarafından satın alınıp onarıma sokulur. İstiklal caddesinde Oryantalist etkiler taşıyan tek bina. Han içindeki sinema Cumhuriyet ile yaşıt. Bir kaç kez el değiştirip bir süre de tiyatro olarak kullanıldı. 1999 yılında geçirdiği yangın sonucunda kullanılamaz hale geldi ve yeniden inşa edildi. Bugün tarihi sinemanın olduğu yerde, bir gece kulübü hizmet vermektedir. Günümüzde kitapçı, gelinlikçi, butik gibi mekanlara ev sahipliği etmenin ötesinde gece hayatının önemli merkezlerinden biri haline geldi. Atatürk’ün tercih ettiği Elhamra Sineması, Charlie Chaplin’in ünlü “Asri Zamanlar” filminin İstanbul’da ilk gösterildiği salondur. 1936 yılında adı Sakarya Sineması olarak değiştirildi. Ancak 1944 yılında eski adına kavuştu. 1958 yılında İstanbul Opereti olarak yeniden faaliyete geçti ve 1970’li yıllara kadar faaliyetini sürdürdü. Binanın bulunduğu yerde, 1827 yılında bir Fransız tiyatrosu vardı. Binaya 1861 yılında o dönemlerde moda olan bir balo salonu ilave edildi. Tiyatro “Palais de Cristal” adı altında yıllarca hizmet verdi. 1906 yılında faaliyetini durduran tiyatro 1920 yılında yıktırıldı. 1923 yılında sinema ve pasaj olarak yeniden yaptırıldı ve Elhamra Sineması adı ile faaliyete geçti. Mimar Yeoryios Kuluthros – Deniz Apartmanı, Şişhane Eski Deniz Palas apartmanı artık Nejat Eczacıbaşı apartmanı olarak biliniyor. Binada IKSV faaliyette. Art Nouveau tarzında inşa edilmiş, ihtişamlı bir bina bu. Deniz Palas 1920’li yıllarda inşa edilmiş, dönemin mimari özelliklerini taşıyan bir Pera yapısı. Yığma kagir bir yapı olan Deniz Palas’ın kat döşemelerinde çelik putreller kullanılmış; araları, beton özellikleri taşıyan demir ve çimento harç ile düzenlenmiş. Putreller üzerinde ahşap karkasları ile ahşap döşeme kaplaması bulunuyor. Tavanlarda 1940’lı yıllara özgü kartonpiyerler var. Binada bir dönem Pera yapılarında sıkça kullanılan renkli kalem işi kompozisyonlar da yer alıyor. Deniz Palas Apartmanı’nın mimarı ise Georges Coulouthros Yorgo Kulutros. Bu bilgi, binanın ön cephesineki restorasyon sırasında, mimarın adının Fransızca yazılı olduğu ortaya çıkınca edinilmiş. Kulutros’un çevrede iki yapısı daha var; biri İstiklal Caddesi’nde Sempatiyan Apartmanı, öteki de Yüksekkaldırım’da Alvanopulos Apartmanı. İkisinin de cephesinde adı Kulutros’ olarak yazılı. Deniz Palas’ın giriş ve birinci katında, performans merkezi salon bulunuyor. Oturmalı 250, ayakta 600 kişilik kapasitesiyle konserler, tiyatro-dans gösterilerinin yanı sıra çocuk etkinlikleri, panel ve konferanslara da ev sahipliği yapacak Binanın en üst katıyla terasında ise Haliç’e bakan bir restoran bulunuyor. Uzun yıllar İKSV’nin Mütevelliler Kurulu Başkanlığını üstlenmiş olan soprano Leyla Gencer’in müzesi de Deniz Palas’ın beşinci katında yer alacak. Müzede, Leyla Gencer’in Milano’daki evinden getirilen özel eşyaları sergilenecek; sopranonun piyanosu eşliğinde dinletiler düzenlenecek. Mimar Dimitros Vasiliadis – Suriye Pasajı, Tünel İstiklal caddesi no348. İstiklal caddesi’nde Rus Konsolosluğunun karşısında, Gönül sokak ile Derviş sokak’ı bağlamaktadır. Pasaj içinde ağırlıklı olarak kürkçü ve dericiler mevcuttur. Dersaadet Ticaret Odası Başkanlığı, Harbiye Nezareti Satınalma Komisyonu ve Şirketi Hayriye reisliklerinde bulunan Abud Efendi Abud Paşa Yalısı’nın da sahibi ve Şam eşrafından Hasan Halbuni Paşa tarafından yaptırılan bina, pasajlı konut özelliğinde olup yapımı 1908’de tamamlandı. Osmanlı Devletinin ilk sinema salonu olan Santral Sineması’na 1910 ev sahipliği yaptı. Suriye Pasajı Cité de Syrie 1908 yılında üç adet ayrı binadan yapılmış; sonradan bunlar kendi aralarında birleştirilmiştir. İstiklal Caddesi üzerindeki bina, girişi içeren zemin, galeri katı üzerinde dört kat ve geri çekilmiş bir kattan ibarettir. Binalar kompleksinin zemin katları çarşı; üst katları ise mesken olarak tasarlanmıştır. 1911 yılında binada tadilat yapılarak bir kısmı sinemaya dönüştürülmüştür. Önceleri “Santral Sineması” Ciné Centrale olarak ikinci vizyon filmleri gösteren sinema daha sonra kalitesini yükseltmek amacı ile sırası ile “Şafak”, “Cumhuriyet”, son olarak da “Zafer” adlarını almış ve sonunda faaliyetine son vermiştir. Pasajda 1875’ten 1964 yılına kadar Fransızca olarak yayınlanan “Stamboul” gazetesi matbaası ve halen Elence yayınlanan “Apoyevmatini” gazetelerinin idarehaneleri bulunmaktadır. Binanın ilk sahibi Abud kardeşler halk ve saray tarafından çok seviliyordu. Bankerlikte yapıyorlardı. Mehmed Abud efendi Meşrutiyet öncesinde Bosna’lı tüccarlar ile iyi ilişkiler kurmuş ve onlara krediler vermişti. Bundan kısa bir süre sonra Avusturya-Macaristan imparatorluğu Bosna’yı işgal edince Abud efendinin kredileri ödenemedi. Aradan yıllar geçti. Bir gün Abud efendi yazıhanesinin önünde 40-50 Bosna’lı ile karşılaştı. Sırtlarında heybeleri vardı. Heybeleri boşalttıklarında, aldıkları kredileri ödemek için getirdikleri altınlar, masaya döküldü. Borçlarına sadık kalmışlar geri ödemişlerdi. Mimar Viktor Adamandidis – Luvr Apartmanı, Beyoğlu1923 yılından itibaren Baylan pastahanesine o zamanki adıyla Loryan pastahanesine uzun yıllar hizmet etti. İKSVİstanbul Kültür Sanat Vakfı Deniz apartmanına taşınana kadar 15 yıl ev sahipliği yaptı. 1934 de yabancı kelimelerin kullanımı yasaklanınca kusursuz’ anlamındaki Baylan adını aldı. Victoe Adaman 1880’de İstanbul’da doğdu. Babası Petraki Adamandidis, döneminin en iyi kalfalarındadır. Petraki Yenikoy Halim Pasa yalısını inşa etmiş, depremde hasar gören Mısır çarşının renovasyonunu yapmıştır. Victor Adaman 1896 yılında 16 yaşında Galatasaray lisesinden mezun olduktan sonra 1900’de Paris’te Ecole Special d’Architecture’den 20 yaşında mezun oldu. 1901’de Paris Güzel Sanatlar Akademisinde çalışmaya başladı ama ailesinin baskısı sonucunda İstanbul’a döndü ve Levanten Mimar Vallaury’in yardımcısı oldu. Adamandidis, erken cumhuriyet döneminde neoklasik tarzda etkinliğini sürdüren mimarların en tanınmışlarından sayılabilir. Arkitekt’te yayınlanan, Şevki Balmumcu tarafından kaleme alınmış detaylı biyografisinde kişiliği ve yapıtları hakkında bilgi bulunabilen Adamandidis’in önemli yapıtları arasında İstanbul Vali Konağı, Beyoğlu Luvr Apartmanı, Bankalar Caddesi’ndeki Ankara Han, Kazım Özalp villası, ve Beşiktaş’taki Tütün Deposu sayılabilir. İstiklal Caddesi ve çevresindeki apartmanlarda, özellikle Luvr Apartmanı’nda neo-barok bir çizgi izlenebilir. Adamantidis’e 1930’ların sonunda ise Seyfi Arkan’ın tasarladığı Bozok ve Erdener villalarının müteahhiti olarak rastlıyoruz. Periklis Fotiadis – Zoğrafyon Rum Lisesi, Galatasaray Galatasaray Lisesini geçtikten sonra Turnacıbaşı caddesinden sağa dönüp ilerlediğinizde sol tarafta Zoğrafyon Lisesini görürsünüz. Zapyon ve Panagia okullarının ihtiyacı karşılayamaması sonucu Hristaki Zoğrafos’un bağışlarıyla okul mimar Periklis Fotiadis’e yaptırılır. 1899 yılında Zoğrafyon ilk mezunlarını verir. Özellikle, 1955’teki 6-7 Eylül olaylarından ve 1964’teki Yunan vatandaşlarının ülkeden sınırdışı edilmesinden önce, okulda eğitim gören öğrencilerin sayısı 350’yi geçiyordu. Günümüzde ise okulun bünyesinde 45 kadar öğrenci bulunmaktadır. Bu tüm İstanbul Rum öğrencilerin yaklaşık yarısını kapsadığından en kalabalık Rum okuludur. Mimar Viktor Adamandidis – Taksim Palace, Beyoğlu Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde Taksim’e yakın bir alanda cadde üzerindedir. Mimar Vasilakis İonnidis – Aya Triada Kilisesi, Taksim Ayia Triada Kilisesi, İstanbul Taksimde, Sıraselviler Caddesi ile İstiklal Caddesinin kesiştiği üçgende, Meşelik Sokak’da yer alır. Yapı, İstanbul’daki en büyük Rum Ortodoks kiliselerinden biridir. 1865 yılındaki kolera salgını nedeniyle Şişli’ye nakledilen mezarlık arsası üzerine inşaa edilen kilise, neogotik üslupdaki cephesi, kubbe yapısındaki Bizans mimarisi etkisi, Ortaçağ etkili pencereleri ve neoklasik çan kulesiyle seçmeci bir üsluba sahiptir. Patrik IV. Dionisios, cemaatin mezarlık ihtiyacı için 1672 de Mehmet Çelebi’nin 30 dönümlük tarlasını, İoannis Topazi adına satın alarak bir bölümünü hastane diğer bir bölümünü de mezarlık olarak düzenlemiştir. “Beyoğlu Ospitali” adı ile tanınan hastahane binası daha sonraki yıllarda “Stavrodromi Veba Hastahanesi” olarak kullanılmıştır. Bugün yapının yerinde İstiklal Caddesindeki Fransız Konsolosluğu yer alır. Rum mezarlığının içine ise Ayia Yorgi’ye ithaf edilmiş ahşap bir kilise yapılmıştır. Tanzimatın ilanından sonra bu ahşap kilise yıkılmış, yerine Zapyon Kız Lisesi inşa edilmiştir. Ayrıca mezarlığın bir kısmı kaldırarak, 1867’de, bugünkü Ayia Triada Kilisesi’nin inşasına başlanmıştır. 13 yılda tamamlanan yapı, Patrik 1878-1884 zamanında, 1880 tarihinde ibadete açılmıştır. Kubbeli bazilika planında inşaa edilmiş olan kilisenin ilk projesi mimar Potessaro’ya aittir fakat sonrasında inşaatı Vassilaki İoannidis tamamlamıştır. Ayia Triada Kilisesi, yüksek duvarların çevrelediği geniş bir avlu içerisindedir. Avluda kiliseye ait lojman ve diğer idari binalar ile ”Ayia Yorgi” ye ithaf edilmiş bir ayazma vardır. Doğu-batı ekseninde bulunan düzgün kesme taştan yapı, kare içinde haç planlı ve kubbeli bir plana sahptir. Orta mekanı üzerinde yüksek kasnaklı, oldukça gösterişli bir kubbe dikkati çeker. Kubbe kasnağında on iki yarım yuvarlak kemerli pencere yer alır. İki yanda yükselen çan kulelerini, çinko kaplı kubbeler örtmektedir. Ana mekanda yan nefleri ayıran sütunların kaideleri sekizgen, başlıkları ise korinttir. Kilisenin doğu ve batı cephesindeki alınlıklarda açılan gül pencereler, dikkat çekicidir. İki çan kulesi etkileyicidir. Yapı genel olarak Avrupa eklektik mimarisinin bütün özelliklerini devasa görünüşü ile taşımaktadır. Mimar Vasilakis İonnidis – Zapyon Okulu, Taksim Özel Zapyon Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi 1975 tarihinde Tepebaşı’nda, Etap Marmara Oteli’nin bulunduğu yerde faaliyete geçti. 1985’te hayırsever Konstantinos Zappas’ın maddi katkılarıyla inşa edilen Taksim Meşelik Sokak’taki şimdiki binasına taşındı. Mimar Patroklos A. Kambanakis – Belçika Konsolosluğu, Taksim Mimar Aristidis Pasadeos – Fener Rum Patrikhanesi, Fener İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi Yunanca Patriarhion Konstandinupoleos 6. yy’dan itibaren Hristiyanlık alemindeki din tartışmalarının önemli bir kesimini oluşturan Ortodoksluğun da merkezidir. İstanbul’un fethinden sonra, gayrimüslim olan toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermana bağlanmış, böylece Fener Rum Patrikhanesi de denilen Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır. Rum Ortodoks Patrikhanesi lideri ve Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed Patrik olmasıyla, Patrikhane faaliyetlerini kentin ikinci büyük kilisesi olan Havariyun Kilisesi’nde yürütmeye başlar. O zamanlarda yaklaşık bin yaşındaki Havariyun Kilisesi’nin bahçesinde İmparator ailesinin mezarları da bulunmaktadır ve Hiristiyan nüfusun azalması ve güvenlik nedeniyle 1455’te boşaltılır. Patrikhane Pammakaristos Manastırı’na taşınır. 12. yüzyılda Komnenos’un yaptırdığı Pammakaristos Manastırı, Hristiyan göçmenlerin yerleştirildiği Çarşamba semtindeydi. Havariyun Kilisesi’ne göre daha küçük ve güvenli olan Pammakaristos, 1518’de restore ve patrikliği sırasında da genişletilerek yeniden inşa edildi. 1586’da, döneminde boşaltılan kilise, 1591’de Fethiye adıyla camiye dönüştürüldü. Patrikhane, önce Fener’deki Vlah Sarayı Kilisesi’ne, 1597’de ise Ayvansaray’daki Ayios Dimitrios Kilisesi’ne taşındı. Patrikhane, 1602’de Fener’de bulunan Ayios Yeoryios Manastırı’na yerleşti ve bu tarihten sonra faaliyetini burada sürdürdü. II. Mehmed’in çıkardığı fermanla statüsü saptanan Rum Ortodoks patrikleri, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini denetliyorlardı. Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda yer verilirdi. Maiyetindeki diğer yöneticiler ile birlikte her türlü hizmet ve vergiden muaftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık eden patrik, hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi. Böylece patrik, Rum Ortodoks toplumunun tartışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuşmuştu. Rum Ortodoks kiliseleri üzerinde simgesel bir otoritesi olan İstanbul patriği, 6. yüzyıldan beri “Ekümenik Patrik” sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul edilir. 1856 Islahat Fermanı ile Patriklerin yetkileri, dini konularla sınırlandı. Seçim usulleri gözden geçirildi. Görev süreleri ömür boyu kılınarak sorumlu oldukları davalardaki yetkileri genişletildi. Lozan Antlaşması’yla Cumhuriyet döneminde patriklerin tüm ayrıcalıkları kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunmaları koşulu getirildi. Cumhuriyet döneminde Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin etkinlik alanı da sadece dini konularla İstanbul’daki Rum cemaati ile sınırlandı. Hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, 1989’da Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos nezaretinde başlatılan onarım çalışmaları 1991’de tamamlandı. Patrikhane, faaliyetini halen yeni binasında yürütmektedir. Şu andaki Patrik Patrikhaneye üçlü bir kapıdan girilir. Basamakları çıktığımızda ana kapı karşımıza gelir; sola açılan kapıdan kilise tarafına, sağa açılan kapıdan 1941’de yaptırılan Patrikhane binasına girilir. Ana kapıya gelince; Rumların 1821′de Etniki Eterya cemiyeti önderliğinde Eflak ve Boğdan’da başlattıkları ayaklanmaların Mora yarımadasına da sıçraması ve büyük bir isyana dönüşmesi sonucu, bu olaylarla ilgisi olduğu tespit edilen Patrik ve bazı metropolitler emriyle asılarak idam edilmişlerdir. Bu tarihten günümüze kadar patrikhane yetkilileri patriğin asıldığı yer olduğu gerekçesi ile “Patrikhanenin Orta Kapısı” tabir edilen kapıyı kapalı tutmaktadırlar. Mimar Hacinikoli Nikitaidis – Aya Yorgi Fener Patrikhanesi Kilisesi, Fener Kilise, mimari olarak pek değerli ve gösterişli değildir ama içerisinde bazı çok değerli eşyalar vardır. 5. yüzyıldan kaldığı söylenen patrik tahtı, dünyada benzeri çok az sayıda bulunan üç mozaik ikon, Kudüs`te Hz. İsa`nın bağlanarak kırbaçlandığı kabul edilen bir sütun ve üç azizeye ait tabutlar kilisede yer almaktadır. Kilise’nin ana ibadet mekanı; 12 havariyi ifade eden 12 sütun üzerine inşa edilmiştir ve bu sütunların üzerine 12 havarinin tasvirleri yapılmış. Kilisenin kuzeybatısında yapıya bitişik olarak inşa edilmiş mekânda, Ortodoks ayinlerinde kullanılan mür yağı üretiliyor. Kilisesnin giriş kapısının üzerinde bulunan Bizans’ın simgesi çift başlı kartal Kilisenin arka cephesi Patriğin Kiliseye girdiği kapının üzerindeki çift başlı kartal figürü Burada saklanan Hıristiyanlığın kutsal emanetleri arasında Hz. İsa’nın Kudüs’te zincirlenerek kırbaçlandığı taş da yer alıyor. Biri gümüş olmak üzere üç azizenin tabutu bulunuyor. Bunlar Azize Eufemia, Teofano ve Solomoni’ye aittir. 5. yüzyıldan kalma Patriklik tahtı Mimar Konstandinos Dimadis – Fener Rum Lisesi, Fener Patrikhanenin arkasında, Sancaklar Yokuşu’nda bulunan okul, Fransa’dan getirtilen kırmızı tuğlalardan yaptırıldığı için halk arasında “Kırmızı Okul” diye de anılmaktadır. Mimar Dimadis 1864 yılında Yassıada’daki Sir Henry Bulwer Lyton Kalesi inşaatını gerçekleştirdi. Bilinen en ünlü eseri 1881’de tamamlanan ve ” Kırmızı Mektep” adıyla da tanınan Fener’deki Rum Lisesi’dir. İstanbul´un fethinden sonra Bizans´ın yönetici sınıfı ve tüccarları kenti terk ederek Ege adaları, İtalya ve Fransa´ya sığınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, 1454´te, tüm İstanbullu Ortodoksları kente geri çağırdı. Bu çağrısını bir fermanla resmileştiren Fatih, Ortodokslar´ın kendi dillerinde eğitim yapabileceklerini, patrikhanelerini yeniden ihya edebilecekleri ve tüm ibadetlerinin eskiden olduğu gibi serbestçe yerine getirebileceklerini bildirdi. Bunun üzerine İstanbul´dan ayrılmış olan eski Bizanslılar gruplar halinde kente geri döndü. Patrik Gennadios ile Fatih Sultan arasında yapılan anlaşma gereği 1454´te Fener sınırları içinde bir okul kuruldu. Okul 1861´den sonra klasik eğitim veren bir liseye dönüştü. Günümüze kadar ulaşan görkemli bina 1881´de bu liseden mezun olan mimar Dimadis tarafından inşa edildi. Eserin yapı malzemelerinden çoğu Marsilya´dan getirilmiş. İtalya ve İspanya´da da şatolar yapan Dimadis, eseri beş sene içinde bitirmiş. Günümüzdeki binanın arsası, okul mezunu Moldovya Prensi Dimitri Kantemir aittir. Okul giriş ve 3 kattan oluşur, toplam 3020 m2 kullanılabilir alana sahiptir. Kubbesinin yerden yüksekliği 40 metredir. Kuşbakışı görünümü bir kartalı andırır. Okulda 50 civarında öğrenci ile karma eğitime devam edilmektedir. Öğrenim dili Türkçe ve Yunancadır. Fener Rum Lisesi 4+1 yıllık eğitim vermektedir. Zoğrafyon Rum Lisesi’nden sonra en kalabalık ikinci Rum okuludur. Mimar Vasilios Dimitriu – Abud Efendi Hanı, MahmutpaşaAbud Efendi Hanı ya da Büyük Abud Efendi Hanı, Mahmutpaşa’dadır. 1895 yılında inşa edilmiştir. Cam ve metal mimarisi ile Avrupa’nın önemli tarihi yapılarından biridir, üç yöne cepheli dört kattan oluşmaktadır. Eminönü’nde, Tarakçılar Caddesi üzerinde bulunan Tarakçılar Hanı Sokağı ile Mahmutpaşa Yokuşu’nun birleştiği engebeli bir arazi üzerinde inşa edilen hanın ana girişi Mahmutpaşa yokuşu tarafındadır. XIX. yüzyılın ilk modern yapılarından biri olarak kabul edilen Büyük Abud Efendi Han’ın üç kapısından ikisinin üzerinde, bir tarafında Osmanlıca diğer tarafında Fransızca olarak “Stamboul Yenni- Tcharchi” “İstanbul Yeni Çarşısı 1313 –1895” yazılı kitabeler bulunmaktadır. Demir işlemeli merdivenleri, geniş koridorları ve bir oteli andıran odalarıyla Abud Efendi Han orijinal halini günümüze kadar korumuştur. 1887′ de Abud Efendi tarafından yaptırılmış olan han birçok kere el değiştirdikten sonra, 1987′ de hanın mülkiyetini ele geçirmiş olan Yahya Kığılı ile Latif Topbaş tarafından oda oda satılmıştır. Zeminle birlikte dört katlı olan BüyükAbud Efendi Han’ın aynca bir bodrum ve bir de çatı katı vardır. Han dikdörtgen bir avlu etrafında düzenlenmiştir, fakat planı dik açılardan oluşmaz. Üstü dört yana eğimli cam bir çatı ile örtülüdür. Demir putrelli kagir bir yapı olan han 335 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiştir Büyük Abud Efendi Han’ın Marpuççular Caddesi üzerindeki tek cephesi oldukça süslüdür. Neobarokağırlıklı eklektik üsluptaki cephenin zemin katında pilastrlarla bölümlendirilmiştir, pilastrlar arasında dükkan kapı ve vitrinieri vardır. Sağında iki, solunda üç dükkan bulunan giriş, cephenin simetri aksından sağa kaydınlmıştır. Giriş ile girişin sağ ve solundaki dükkanın orta aksı üzerinde S-kıvrımlı konsollarm taşıdığı çıkmalar vardır. Sarı renk sıvalı geniş cephe çok sayıdaki pencereyle hafıfletilmiştir. Pencere düzeni her katta aynıdır basık kemer ve yivli söveli pencerelerin üst kısmında yine basık kemerli, ortada kilit taşı süsü verilmiş bitkisel motifli birer madalyonu bulunan alınlıklar dikkat çeker. İki ve üçüncü katlardaki pencerelerin denizlikleri çıkıntılıdır. Dikdörtgen bir açıklık şeklindeki han girişi ile avlu arasında üzeri volta döşemeli bir geçit bulunur. Sokak tarafındakiler hariç tüm zemin kat dükkanlan bir kapı ve iki pencereyle avluya açılır. Dükkanlar birbirine geçmelidir. Girişin sol ucundaki dükkan iki katlı olup, bağımsız bir merdiven vasıtasıyla üst katla bağlantılıdır. Birinci katta avlu açıklığının dört tarafı bir galeri ile çevrilidir. Döknıe demir korkuluklu galerinin tabanından tavanına kompozit karma başlıklı ince demir sütunlar uzanır. Galerinin yerleri çini, tavanı odalar gibi volta döşemedir. Odalar galeriye dikdörtgen söveli bir kapı ve pencere ile açılır. Pencereler demir parmaklıklı, kapılar içeriden demir, dışandan cam-ahşap kanatlıdır. Bu kattaki toplam 10 odadan bir kısmının sokağa, diğerlerinin ışıklığa bakan penceresi vardır. Cepheye bakan pencereler içeriden basık kemerli, demir kanatlı, aydınlığa bakanlar düz atkılı ve demir parmaklıklıdır. Han girişinin hemen üzerindeki odanın dişanya açılan penceresi diğerlerinden farklı olarak yanın daire şeklindedir ve kemerinin ortasında hanın yapım tarihi okunur. Birer kapıyla içeriden birbirine geçiş sağlanmış odalarm yerleri rabıta döşelidir. 1889-90 tarihli ticaret yıllığındaki kayıtlara göre Büyük Abud Efendi Han’da yedi komisyoncu, bir halıcı, bir kağıt tüccan, bir simsar, tam on odayı işgal eden bir banker-tüccar ve bir çay tüccarı faaliyet gösteriyordu. Hanın sahibi Abud Efendi’nin de iki odadan oluşan bir bürosu vardı. Kayıtlardaki isimlerden han sakinlerinden sadece birinin Müslüman, geri kalanının gayrimüslim Osmanlı tebaası veya Avrupalı olduğu anlaşılıyor Cervati, 1893-1894. 1990’lı yıllarda daha çok tuhafıyecilerin olduğu Büyük Abud Efendi Han’ da şimdilerde yine tuhafiyeciler, bijutericiler, elektronik eşya tamircileri ve bir hırdavatçı faaliyet göstermekteyse de hanın son üç katını neredeyse tamamen depolar işgal etmektedir. Mimar Vasilios Dimitriu – Bencibara Han, Sultanhamam Mimar Athanasios Yakas – Yakumopulos Apartmanı Vardar Palas, Sıraselviler Mimar – Hrisovergia Apartmanları, Sıraselviler Mimar – Yazıcızade Apartmanı, Tophane Tophane-i Amire’nin karşı köşesinde, Mimar tarafından 1905 yılında tasarlanıp inşa edilen apartman bölgenin en eklektik yapısı. Sanat galerilerinin yoğunlaştığı bölgede Residans olarak hizmet veriyor. Mimar Konstandinos Pappas – Livadas Apartmanı, Çukurcuma Mimar Aristidis Razis – Büyük Balıklı Han, Karaköy Karaköy Meydanı’na doğru giderken sol tarafta Lebleci Sokağı ve sağdan Aynalı Lokanta Sokağı’yla keşiştiği adada, Venedik kırmızısı tabir edilen renge boyanmış Büyük Balıklı Han var. Bu han orijinal olarak 1454 tarihinde Balıklı Rum Hastanesi olarak ahşap binasında faaliyete geçmiştir. Sonra limana yakınlığı dolayısıyla denizciler tarafından taşınan veba gibi salgın hastalıkların burada tedavisinin yapılması, o zaman ki anlayışa göre, uygun bulunmamış, Hastanenin şehir dışına taşınması istenmiştir. Bugün Yedikule sur dışında bulunan yerine Galata’daki açılışından bir kaç yıl sonra taşınmıştır. Yedikule’de tarihi 437 senesine kadar giden, yani erken Bizans zamanlarına dayanan kutsal bir ayazmanın ve kilisesinin varlığı biliniyor. Hastane, o civarda “küçük balıklı ” diye bilinen arazi üzerinde inşa edilmişti. Halen han olarak kullanılmakta olan Karaköy’deki binaysa, Balıklı Rum Hastanesinin akarıdır. Hastaneden buradan taşındıktan sonra binanın geçirmiş olduğu evrim bilinmiyor. Ancak bugünkü boyutlarında olmasa da, han ya da dükkanlar şeklinde kullanıldığı tahmin edilebilir. Bugünkü han binası 1875 tarihinde, Patrik tarafından Zografyon, Zarifi gibi Rum bankerlerinin katkısıyla yaptırılmıştır. Mimarı Arisditis Razi’dir. Bu han Cumhuriyet devrinde Büyük Millet Han olarak adlandırılmış, sonradan tekrar Büyük Balıklı Han olarak çağrılır olmuştur. Elektronikçiler çarşısı olarak hizmet eder. Mimar Vasilios Kuremenos – Minerva Han, Karaköy Minerva Han, Karaköy’de, Bankalar Caddesi üzerinde yer alan son yapıdır. 3 bin 484 metrekare alana sahip olan han, 1913 yılında inşaa edilmiştir. Han adını, eski Yunan’da bilgi, bilgelik ve sanatı temsil eden Tanrıça Athena’nın, Roma Mitolojisi’ndeki adı olan Minerva’dan almıştır. Bina, ilk olarak Atina Bankası’na hizmet vermiştir. Türkiye’nin uluslararası alandaki politik eğilimlerine bağlı olarak, 1930′larda Atina Bankası birden Deutschbank olmuştur. 1950′lerden 1980lerin başına kadar, binada Doğan Sigorta hizmet vermiştir. Daha sonra Minerva Han, 1993e kadar Aksigorta’ya ev sahipliği yapmıştır. Yapı, 24 Mart 1998’den bu yana da, Sabancı Üniversitesi’nin Karaköy İletişim Merkezi olarak işlev görmektedir. Konferanslar ve kültürel faaliyetlerin düzenlendiği Minerva Han’ın, bankacılık dönemlerinden kalan, bodrum katındaki kasa dairesi de, bir sanat galerisine dönüştürülmüştür. Minerva Han, dönemin tümüyle betonarme olarak inşaa edilen yapılarının öncüsüdür. Yüksek bir zemin kat üzerine beş kat ve bir de çatı katıdan oluşmaktadır. Yapının giriş kapısı köşeye yerleştirilmiş, tepeye de bir köşe kulesi kondurulmuştur. Hanın dış cephesi, mitolojik öğelerle bezenmiştir. Giriş kapısının üzerinde yer alan kabartmalarda, bolluğu simgeleyen iki bereket boynuzu ve ortalarında duran Minerva büstü görülmektedir. Hemen altında da, Minerva’nın simgesi olan baykuş figürü yer alır. Yapının en üst katında, haber tanrısı Hermes, kanatlı şapkası ve asası ile tasvir edilmiştir. Teras kenarlarında yer alan biri kadın, biri erkek olan 2 figürün, ticaret ve sanayiyi temsil ettikleri kabul edilmektedir. Beşinci katta, tıp ilmini simgeleyen birbirine dolanmış bir çift yılan kabartması, ikinci katta kucaklarında meyve sepeti taşıyan Venüs heykelleri, yapıda göze çarpan diğer figürlerdir. Mimar Viktor Adamandidis – Ankara Han, Karaköy Union hanın hemen bitişiğinde yer alır. 1912 yılında inşa edilmiştir. Bina Mongeri’nin Karaköy Palas’ına benziyor. Palas’ın cumbasız kısımlarıyla benzerlikler taşıyor. Karaköy Palas, Generali ve Ankara hanları arasındaki mimari tarz benzerliği barizdir. Mimar Petros Adamandidis Petraki Kalfa – Sait Halim Haşa Yalısı, Yeniköy Köybaşı caddesi No117. Yalının ilk sahibi darphane yönetimini 6 kuşak boyunca sürdürmüş ermeni Düzyan ailesidir. Yalı 1876 yılında Mısır hidivi Mehmet Ali Paşanın oğlu Mısırlı Prens Abdülhalim paşa tarafından satın alınmış. Paşa mevcut yalıyı yıktırarak yeniden yaptırmıştır. Abdülhalim paşa’nın 1890 yılında vefatından sonra oğlu Sait Halim paşa yalının sahibi durumuna gelmiştir. İttihat Terakki’nin birçok toplantısı bu yalıda yapılmıştır. Osmanlı-Alman ittifak antlaşması da bu yalıda imzalanmıştır. Bina 1968 de Turizm Bankasına geçmiş bir süre kumarhane olarak hizmet vermiş. 1995 yılında yandıktan sonra Başbakanlık konut evi olarak restore edilmiştir. Şu anda Yeniköy Turizm tarafından işletilmektedir. Yalının bir ismi de, bahçesinde Aslan heykeli olması nedeniyle Aslanlı yalıdır. Neo klasik bir mimariye sahip yalı geçtiğimiz yıllarda şaibeli bir yangının kurbanı olduktan sonra restore edildi. Mimar Nikolaos Celebis – Hamidiye Yıldız Camisi, Yıldız Yıldız Hamidiye Camii ya da Yıldız Camii Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı’nın kuzey kesiminde, Yıldız Sarayı yolu üzerindedir. Asıl adının Hamidiye olmasına karşılık daha çok Yıldız Camii olarak bilinmektedir. tarafından 1885-1886 yılları arasında yaptırılmıştır. Gerek kitlesi ve plan şeması, gerekse dekorasyonu ile son dönem Osmanlı mimarisinin en tipik örneklerindendir. Cami, Yıldız Sarayı’na yerleşmesinden sonra inşa edilmiştir. Caminin hünkâr köşkü ve harimi dikdörtgen plan üzerinde görsel bir bütünlük arz eder. Caminin küçük ve yüksek kubbesi, on altı penceresi olan çokgen bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Neogotik pencereler ve mukarnas dizisi cami kasnağına ayrı bir hava katmıştır. Kubbe bezemelerinde eşine pek rastlanmayan, mavi üzerine yıldız işlemeler ve hünkâr kasrındaki altın varak caminin zengin işlemelerine güzel bir örnektir. Ayrıca yapının minaresi, mukarnas şerefeli ve minare gövdesi tepeye kadar 1876 yılında tahta çıktığında kısa bir süre Dolmabahçe Sarayı’nda kaldıktan sonra Yıldız Sarayı’na yerleşir. Selefi Sultan V. Murad’ın tekrar tahta geçirileceği endişesini taşıyan Sultan saraydan uzak kalmamak için Cuma Selamlığı’nda kullanılmak üzere Yıldız Sarayı’nın Koltuk Kapısı olarak adlandırılan girişi önündeki yüksek set üzerine yeni bir cami inşa edilmesini ister. 1881-1885 yıları arasında inşa edilen ve bina nâzırlığını Başmâbeynci Osman Bey’in yürüttüğü yapının mimarı Dolmabahçe Sarayı Arşivi Evrak No II / 989’da yer alan belgeye göre Ebniye-i Seniyye İdaresi’nde otuz yılı aşkın bir süredir çalışmış olan Nikolaidis Celebis Jelpuylo adında bir Rum mimardır. Osmanlı kayıtlarında Nikolaki Kalfa olarak da ismi geçen Nikolaidis Celebis Jelpuylo kendisine bu görev verildiğinde kısa bir süre içinde hazırladığı plan ve resimler ile birlikte caminin maketini hazırlayarak Sultan beğenisine sunar. Sultanın oluru alındıktan sonra 21 Aralık 1881 günü caminin temeli törenle atılır. İnşaat keşif kayıtlarına göre 16890 lira harcama yapılarak inşa edilen caminin minberinin Bursa Ulu Câmii minberi tarzında olması istenir. Bu amaçla Bursa’ya bir fotoğrafçı gönderilip Ulu Câmi’deki minberin resmi çektirilir. Bursa Ulu Câmii’nin minberi Türk ahşap sanatının önde gelen örneklerinden biridir. Sultan ahşap işçiliğine olan ilgisi nedeni ile Yıldız Sarayı’nda inşa ettirdiği Marangozhâne’de boş zamanlarında çalıştığı ve çeşitli eşyalar ürettiği bilinmektedir. Yıldız Câmii’nin hünkâr mahfilinin sedir ağacından yapılmış kafesleri de elişçiliğidir. Bu nedenle böyle bir tercihte Sultan etkisi olduğu açıktır. Ancak bu istek bilinmeyen bir nedenle yerine getirilememiş, ahşap olması istenen minber mermer olarak yapılmıştır. Oryantalist ve neogotik unsurların dönemin beğenisine paralel olarak seçmeci bir anlayışla uygulandığı yapının temelleri sağlam zemine kadar kazılmış ve 130 cm kalınlığında temel duvarları inşa edilmiştir. Harim bölümünün zeminden saçağa kadar 100 cm kalınlığındaki gövde duvarları kuzey ve güneyde üç, doğu ve batıda yedi ajur şebekeli olarak tasarlanmış neogotik üslupta dikdörtgen pencerelerle hareketlendirilmiştir. Pencerelerin üzerinde yatay dikdörtgen bantlar dolaşır. Cephe kornişleri üç sıra mukarnas ile zenginleştirilmiştir. Bütün pencere söveleri ile saçaklar beyaz Triyeste taşından imal olunmuştur. Cami girişinde yer alan anıtsal taç kapı biçiminde tasarlanmış öne doğru çıkıntılı yüksek tepelik mihrap cephesinde de tekrar edilmiştir. Yanlarda yer alan ve harim bölümünden alçak tutulmuş olan iki kitlesel kanat caminin ön cephesine hâkimdir. Yapının Yıldız albümlerindeki fotoğraflarına göre bu günkü cephesi büyük oranda değişmiş, ana girişle yan kanatların büyük ve geniş camekânlı sundurmaları sonraki tamiratlarda kaldırılarak düz merdivenlere dönüştürülmüştür. Selatin camilerinin genelinde görülen çift minare uygulaması Yıldız Camii’nde teke inmiştir. Caminin batı kanadı içinden yükselen zarif ince yivli minare mukarnas dolgu ile geçilen tek şerefeye sahiptir. Dikdörtgen planlı harim bölümü son cemaat yeri ile bütünleştirilmiştir. Harim bölümünün yüksek kasnaklı kubbesi mihraptan uzak girişe yakın olarak yerleştirilmiştir. Caminin bol ışık alması amacıyla kubbe kasnağına neogotik tarzda onaltı pencere açılmıştır. Çokgen bir yapıya sahip olan kubbe kasnağının kornişi bir mukarnas dizisi ile biçimlendirilmiştir. Kubbe içi ve mihrap önündeki tavan lacivert zemin üzerine işlenmiş yıldızlarla bezenmiştir. Câminin kubbe göbeğinde Besmele ile Necm Sûresi’nin ilk üç âyeti ve kuşakta da Mülk Sûresi yer alır. Yapma kûfi tarzında işlenmiş olan bu yazılar gazeteci Ebuzziya Tevfik’e 1848–1913 yazdırılmıştır. Kubbeyi destekleyen ayaklıklarla yükseltilmiş sekiz köşeli birer çift kolon giriş ve mihrap yönünde dilimli kemerlerle birbirlerine bağlanmaktadırlar. Taşıyıcı işlevlerinin yanı sıra iç mekana dekoratif bir zenginlik katan bu kolonlar dönemin yaygın mimari üslubu olan oryantalist anlayışı yansıtmaktadırlar. Bu oryantalist anlayış caminin iki katlı hünkâr köşkünde de görülmektedir. Hünkar köşkünün altın varak süslemelerin yer aldığı ikinci katı Sultan ayrılmış olup burası üç basamaklı bir sahanlık ve kafesli bir pencere düzeneği ile harim mekanına açılmıştır. Yapımına 21 Aralık 1881’de inşasına başlanan cami, 1885 yılı Eylül ayı sonunda hizmete girer. Sultan saltanatının sonuna kadar da çok gösterişli Cuma selamlıklarına sahne olur. Ermeni komitacıların 21 Temmuz 1905’de yapılan Cuma selamlığında Sultan karşı düzenlediği bombalı suikast Yıldız Camii tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Patlamada tören alanında bulunan 26 kişi hayatını kaybederken 58 kişi de yaralanır. Cami çıkışında Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile ayaküstü bir süre konuşması Sultan II. Abdülhamid’in saatli bombadan kurtulmasına sebep olur. Yıldız Camii avlusunun kuzeybatı köşesinde 1890 yılında inşa edilen saat kulesi yapı ile bir bütünlük içerisindedir. Yıldız Camii gibi oryantalist ve neogotik üslubun karması olan kule üç katlı olarak inşa edilmiştir. Köşeleri kırık kare bir plana sahip olan kulenin katları mukarnaslı kornişlerle birbirinden ayrılmıştır. Kule sivri dilimli bir kubbe ile örtülüdür. Kubbede dört yönde dilimli kemerli pencereler kullanılmıştır. Zemin katın her cephesinde üzerlerinde kitabe şeritlerinin yer aldığı sivri kemerli birer sağır pencere nişi kullanılmıştır. İkinci katın cephelerinde yer alan üç dilimli kemerlere sahip pencerelerin altına daire şeklinde gül pencereler yerleştirilmiştir. Gül pencereler üçüncü katta kaş kemerli pencereler üzerine alınmış ve bunlardan saraya dönük olan kuzey cephedeki pencereye saat konmuştur. Mimar Markos G. Langas Eski Mezbaha/Kongre Merkezi, Sütlüce Sütlüce Mezbahası, İstanbul’un modernleşme atılımlarının önemli bir örneği. Yapım tarihi 1923 olarak bilinen, döneminin ulusal mimari yansıtan binanın mimarları Ahmed Burhaneddin, Osman Fıtri ve Markos Langas. 1990’a kadar mezbaha ve et dağıtım merkezi işlevi gören bu yapı, kentte geleneksel yöntemlerle yapılan kesim işlerinin sağlık koşullarına uygun bir biçimde yapılmasını sağlamak ve denetlemek amacıyla açıldı. Aynı zamanda dünyanın ilk kentsel biyolojik atık su arıtma tesislerinden birine sahip olan mezbaha, soğuk hava deposu, laboratuvar, üretim işletim sistemi ile İstanbul’un önemli altyapı tesislerinden biriydi. Mezbahanın kültür merkezine dönüştürülmesi ilk olarak Nurettin Sözen’in belediye başkanlığı döneminde projelendirildi. Projenin inşaat ihalesi 1997’de Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde yapıldı. 1998 yılında mezbaha yıkılarak merkezin inşaatına başlandı. Proje, Cengiz Eruzun tarafından tasarlandı. İhaleye göre 1999 Ağustos ayında tamamlanması gereken bina 2009 Mart ayında tamamlandı, kongre ve kültür merkezi haline dönüştürüldü. Mimar Nikolaos Zikos – Aya Pandeleimon Kilisesi, Kuzguncuk Kilise İcadiye Caddesi’nden yukarıya çıkarken sağdadır. Avlu kapısı mermerden yapılmış çan kulesinin altındadır. Kilise avlunun solundadır. Kitabeye göre kilise 1831 yılında yapılmıştı. Bir yangın sonrası 1890’da Mimar Nikolaos Zikos tarafından yeniden yapılmasına başlanmış ve 1892 yılında ibadete açılmıştır. Kilisenin çan kulesi 1911 yılında eklenmiştir. Mimar Velisarios Makropulos – Aya Triada Kilisesi ile, Kadıköy Kadıköy Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi, Caferağa Bahariye caddesi Nispetiye Hacı Şükrü Sokak No 17’de yer alır. 1902’de yapılmış binanın mimarları ve Belissarios Makropoulos’dur. Kilisenin adı Baba,Oğul ve Kutsal Ruh’a ithaf edildiği için Kutsal Üçlü’dür. Etrafı demir parmaklıklı alçak bir duvar ile çevrili olan kilise, kapalı Yunan haçı planlıdır. Orta mekanın üzerini, dört sütun üzerine oturan yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Kubbenin altındaki pencere sayısı 12 havariyi temsilen 12 adettir. Kubbeyi dört yandan yarım kubbe destekler. Düzgün kesme taştan inşaa edilen kilisenin köşelerinde yuvarlak kemerli çan kuleleri yer kuzey ve güney cephelerinde görülen pencereler geometrik motiflidir. Girişe sekiz basamakla taşkın anıtsal giriş cephesi, yuvarlak geniş bir kemerin içinde yer alan kapı ve üzerindeki yuvarlak kemerli sütunlarla hareketlendirilmiş; kemerin üzerine de sivri bir alınlık oturtulmuştur. Ambon üzerinde dört İncil yazarı tasvir edilmiştir. Despot tahtı güneydoğudaki payenin önünde görülür. Apsis yarım kubbesinde Meryem Ana betimlenmiştir. Kadıköy Ayia Triada kilisesi, neoBizans ve neoRönesans egemen olduğu bir tasarıma sahiptir. İç ve dış mekan temelinde ele alındığında yapı,eklektik üsluptadır. Kilisenin altında Bizans döneminde yaşamış günahkar bir kadın iken hıristiyan olup günahlarını bağışlatmak için manastıra kapanan Ayia Ekaterini’ye atfedilen bir ayazma mevcuttur. Mimar Konstandinos Pappas – İkizevler / Barış Manço Müze Evi, Moda İngiliz 1895-1900 yılları arasında oğlu ve kendisi için Moda Yusuf Kamil sokakta Mimar Pappas’a iki ikiz köşk yaptırmıştır. Oğlu için yaptırdığı köşk birkaç el değiştirdikten sonra 1967’de yerine apartmanlar yapıldı. kendi oturduğu köşkü de 1930’larda bir Alman aileye satarak İngiltere’ye geri döndü. Köşk birkaç el değiştirdikten sonra 1965 yılında Moda’nın tanınmış kişilerinden İngiliz James Frederick La Fontaine Whittall tarafından satın alındı. Uzun yıllar Whittall ailesinin konutu olan yapı 1984 yılında Barış Manço tarafından satın alınır ve restore edilir. Barış Manço’nun ölümünden sonra Kadıköy Belediyesince satın alınan bina müze eve dönüştürüldü. Viktoryen tarzında inşa edilmiş köşk cepheyi çevreleyen hareketli kilit taşları, ferforje çift kanatlı balkonları ile o zaman karakteristik özelliklerini taşır. oğlu James Frederick La Fontaine Whittall’ın 1890-1981 sonradan oturduğu evdir. İkiz olan evlerden diğeri Dawson tarafından 1903’te Necip Çayser’e satılmış. Evin yeni sahibi Fransa’dan getirttiği ağaç ve çiçeklerle süslediği evin bahçesine geniş bir bahçe yaptırmış. Necip bey ölünce 1967 yılında yıkılarak yerine 38 daireli bir apartman yaptırıldı. Mimar Konstandinos Pappas – Arif Sarıca Paşa Köşkü, Moda Moda Caddesi üzerinde yer alır. Neoklasik üsluptaki yapı, rum mimar Konstandinos P. Pappas tarafından 1903 yılında inşaa edilmiştir. Sarıcazadeler, asker kökenli bir ailedir. Aile Beyoğlu’nda apartman ve pasajlar, Caddebostan’da köşkler yaptırmıştır. Sarıca ailesi, Moda’ya ilk yerleşen Türk ailelerinden biridir. Ailenin ünlü fertleri, döneminde sarayda mabeynci olan Ragıp Paşa ve Yıldız Sarayı’nın doktoru olan kardeşi Arif Paşa’dır. Köşk, Moda Caddesi üzerinde geniş bir bahçe içindedir. Bodrum, zemin, üç normal kat ve çatı katından oluşan, zengin taş işçiliğine sahip Sarıca Arif Paşa Konağı, hem Arif Paşa’nın statüsüne yakışır bir konak, hem de bir aile apartmanı gibi tasarlanmıştır. Cadde cephesindeki, iyonik başlıklı yüksek dört sütunlu, mermer korkuluklu anıtsal girişi, yarım ay şeklinde, kenarları mermer kaplı parke mozaiklerden yapılmış yolla, cadde üzerindeki kapıya bağlanır. İçteki kapıya çıkılan merdivenler, Roma işlemeli tırabzan ve korkuluklarla desteklenmiştir. Arif Paşa, köşkte zemin katta cadde cephesinden girişi olan bölümde yaşamıştır. Bahçe içindeki ikinci kapıdan ulaşılan diğer katlar ise ailenin diğer üyeleri tarafından kullanılmıştır.. Moda Caddesi’nin genişletilmesi sırasında konağın girişin önündeki boşluk yola katılarak, yapının bahçe içindeki konumu bozulmuştur. Konakta bugün, Arif Paşa’nın torunu olan dünyaca ünlü piyanistimiz Ayşegül Sarıca ikamet etmektedir. Mimar Kaludis Laskaris – Splendid Oteli, Büyükada Splendid Palas, Büyükada’da, 23 Nisan Caddesi üzerindedir. Daha önce aynı arazide Giacomo Oteli’nin yer aldığı ve caddenin adının da Giacomo Caddesi olarak anıldığı bilinmektedir. Otel, yanarak ortadan kalkmıştır. Bugün Splendid Oteli’nin giriş bölümünde yer alan Grek kadın heykeli, Giacomo Oteli’nden kalmadır. Geniş bir alanı kaplayan yapı, Sakızlı Kazım Paşa tarafından, Rum Mimar Kaludis Laskaris’e, 1911 yılında otel olarak yaptırılmıştır. Art Nouveau tarzından belli ölçüde esinlenilmiş olsa da, odaların çevrelediği aydınlık iç avlusu ve avlu etrafındaki sütunlarıyla, otelin mimari tasarımındaki doğu/batı sentezi açıkça görülür. Dört katlı, ahşap yapıda, bir de bodrum katı vardır. Bodrumda, mutfak, sıcak ve sağuk kalorifer kazanları, soğutma dolapları, kiler, kuaför salonu, sağında da yemek salonu yer almaktadır. Oturma salonunun duvarını F. Dubreuil, giriş salonunun duvarlarını J. Saville ve Ratzkowski, yemek salonunun duvarlarını ise Ratzkowski ve H. Mocel gibi Batılı ressamların tabloları süslemektedir. Otele giriş merdiveninin her iki yanında yaz bahçesi ve bir de resim galerisi, merdivenden çıkınca, ana giriş kapısının her iki yanında yemek terası yer almaktadır. 1908 yılında başlayan Otelin yapımı, 1911’de tamamlanınca Beyoğlu’ndaki ünlü Tokatlıyan Oteli’ndan Dikran, Tavit ve Onnik adlarındaki üç garson oteli kiralamışlardır. Otel, onlar tarafından döşenmiştir. Otelin bütün mübilyaları İstanbul’daki Austro-Ottoman mobilya fabrikasından, hasır koltuk takımları Lion’dan, “DDO” monogramlı bütün çatal bıçak ve gümüş yemek takımları Paris’teki ünlü Christophl firmasından ve kristal bardak, bardak takımları, havlu ve battaniyelerle diğer tüm eşyaları da Avrupa’dan getirtilmiş, ayrıca bütün dünya içkilerini içeren bir de kav oluşturulmuştur. İşletmeye açıldığında, Splendid’in birinci katına gaz motoru ile çalışan bir jeneratör konmuştu. Büyükada’da henüz elektrik yokken, asansör dahil, otelin aydınlatılması ve kuyulardan su çekilmesi gibi işler bu jeneratörler aracılığıyla yapılmaktaydı. Splendid Oteli’nde dönemin ünlü orkestraları çalar, önemli sanatçılar tarafından verilen konserler dinlenirdi. Her hafta sonu Avrupa Geceleri düzenlenirdi. Otel Kazım Paşa’nın ölümü ile kızı Nazire Toköz’e 1940, onun da ölümü ile torunu Belma Hatice ve eşi Nihat Hamamcıoğlu’na 1977 geçti. Oteli 1957 yılından bu yana Hamamcıoğlu ailesi işletmektedir. Bugün 134 misafiri ağırlayabilecek 70 oda ve 4 süitin yanı sıra, açık ve kapalı mekanda 90 kişiye yer sağlayan bir restorana da sahiptir. Mimar Niko Kefala – Akasya Calypso Oteli, Büyükada Büyükada’nın en nezih mekanlarından Calypso Otel 1934 yılında Akasya adını almış. Hatta adını Atatürk’ün koyduğuna dair rivayetler de konuşulur. Akasya Otel bir yangında yok oluncaya kadar hizmet vermiş. Ada’nın olduğu kadar İstanbul’un da en gözde yerlerindenmiş. Burası da o yangından sonra restoran-bar olarak açılmış. İsmi de otelin anısına Akasya olmuş. Sonra Akasya cafe kapanmış. Yıllarca başka isimlerle, başka işletmeler devralmış. Anadolu Kulübü’nün bitişiğindeki Hotel Calypso ya da Akasya otelinin önemli misafirleri arasında, Yunan Başbakanı Elefterios Venizelos 1930 ve Arnavutluk Kralı Zog 1934 yer almaktadır. Otel bugün konut olarak kullanilmaktadir. Akasya Otel 1979’da çıkan bir yangında yok olunca aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Mimar Konstandinos Dimadis – Sivastopol Köşkü, Büyükada Yıkık Sivastopol Köşkü Troçki’nin evi Büyükada Çankaya Caddesi’nden kuzey sahiline uzanan Hamlacı Sokağı’nda, bakımsız bahçesi içerisinde ayakta durmaktadır. Leon Troçki ise Rusya’dan sürülmesinin ardından, otobiyografisini ve Rus Devrim Tarihi adlı kitabını yazdığı Büyükada’da, 1929-33 yılları arasında yaşamıştır. Troçki Büyükada’yı 17 Haziran 1933 tarihinde terketti ve bir daha da buraya geri dönmedi. Adadaki tecriti dışında, Troçki buradaki sürgün günlerinden keyif alıyormuş gibi görünüyordu. Bunun kanıtı olarak, adadan ayrıldığı gün not defterine yazdığı şu cümleler gösterilebilir “Dört buçuk sene oldu. Ayaklarımın Büyükada’ya iyice kök saldığına dair garip bir his var içimde.” Peki koskoca Ekim Devrimini yöneten 3 kişiden biri olan Lev Davidoviç Troçki’nin Büyükada’da ne işi vardı? Hikaye aslında tüm devrimlerin bir özeti gibi. 1917-1924 arası Kızılordu komutanlığı yapan ve Beyaz Ruslara karşı acımasızlığı ile bilinen Troçki, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’le girdiği iktidar mücadelesini kaybeder ve ilk olarak 1929’da İstanbul’a sürgüne yollanır. Ancak iç savaş yıllarında Rusya’dan kovduğu Beyaz Rusların önemli bir kısmı da İstanbul’dadır. Talat Paşa gibi bir suikaste kurban gitmekten korkan Troçki en güvenilir yer olarak gözlerden uzak Prinkipo’ya Büyükada yerleşir ve aralıklarla tam 4,5 yıl Büyükada’da kalır. Büyükada’da kiraladığı Arap İzzet Paşa köşkü hem karadan hem denizden korunaklı bir yerdedir ve Türk hükümeti de bu davetsiz misafirin başına bir şey gelmemesi için azami dikkat gösterir. Troçki teorik olarak hayatının en verimli yıllarını İstanbul’da geçirir. İhanete Uğrayan Devrim, Sürekli Devrim, Sanat ve Edebiyat gibi başyapıtlarını İstanbul’da yazdı. Ayrıca Rusya’daki taraftarlarıyla bağlantısını asla koparmadı. Stalin’in ajanlarına rağmen pes etmedi ve mücadelesini sürdürdü. Bu faaliyetlerinden rahatsız olan Sovyet ve Türk hükümetleri onu yeniden sürgüne zorladılar. 1933 yılında ayrıldığı Büyükada’dan sonra kısa sürelerle İsveç ve Fransa’da ikamet etti. Ancak Stalin peşindeydi ve nihayet Meksika’ya hicret etmek zorunda kaldı. Bu yılmak bilmez mücadele adamı orada da boş durmadı ve küresel bazda örgütlenme çalışmalarını sürdürdü. Ta ki 1940 yılında bir ajan tarafından buz baltasıyla katledilinceye kadar. Bugün Meksika’daki evi dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan bir müzeye dönüşmüştür Periklis Fotiadis – Ruhban Okulu, Heybeliada Heybeliada Ruhban Okulu, Sultan Abdülmecit’in iradesiyle teoloji okulu olarak 1 Ekim 1844 tarihinde açılmıştır. Mevcut bina ise 1895 yılında Mimar Periklis Fotiadis tarafından tasarlanıp inşa edilmiştir. 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin, Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın bazı maddelerini iptal etmesi neticesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nunun yüksek kısmı kapatılmıştır. Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan HRO’nun kapatılma amacı aslında, o günkü dış politik etkenlere özellikle Kıbrıs’a bağlı olarak, çöken Doğu Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na, buradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden; tarihimizin en eski ve belki de, insanlık tarihinin Vatikan Katolik Kilisesi ile birlikte en eski ikinci yaşayan kurumu olan Patrikhane’nin din adamı ihtiyacının önünün kesilerek, faaliyetinin durdurulmak istenmesidir. İstanbul’daki ilk kilise MS 37 yılında 12 Havari’den biri olan Aziz Andreas tarafından kurulmuştur o yüzden her yıl 30 kasım günü Patrikhane tarafından Aziz Andreas Günü adıyla kuruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır. Ortodoks Patrikhanesi MS 330 yılında, bağımsız bir başpiskoposluk olmuş ve Hıristiyan konsilleri kararıyla “ekümenik” üzerinde insan yaşayan her yer olarak adlandırılmıştır. 9. yüzyıldan itibaren Patrikhane, Katolik Papalık ile çatışmaya başlamıştır. 1054 yılında, her iki kilise karşılıklı olarak birbirlerini aforoz etmişlerdir. 1204 yılında 4. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Katolikler tarafından işgal edilip, yağmalanması sonucunda ilişki tamamen kesilmiştir. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed, Patrik olarak seçmiş ve Rum Milleti’nin başı tayin etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Ankara Hükümeti’ni temsil eden Türk heyeti Lozan’da müttefiklerle yapılan müzakerelerde, savaş sırasında izlediği düşmanca tutum nedeniyle Patrikhane’nin Türkiye dışına çıkarılmasını talep etmiştir. Başta İngiltere olmak üzere müttefiklerin bu talebe karşı çıkmaları ve neticede bu nedenle müzkerelerin kilitlenmesi üzerine Türkiye, Patrikhane’ye Osmanlı padişahları tarafından verilmiş bulunan geleneksel siyasi, idari, hukuki hak ve imtiyazların elinden alınıp, faaliyetinin sadece dinî işlerle sınırlı kalması kaydıyla ülkede kalmasına razı olmuştur. Daha sonraları İsmet İnönü, bir Yunanlı gazeteciyle 1972 yılında yaptığı bir söyleşide Patrikhane konusunun Venizelos’un Lozan’daki tek zaferi olduğunu söylemiştir. Bu arada “ekümenik” sıfatı Hıristiyan konsili tarafından verilmiş olduğu için bu sıfatı geri almak mümkün olmamıştır. Her ne kadar Patrikhane konusu Lozan Barış Antlaşması resmî adı Yakın Doğu Sorunları Üzerine Lozan Konferansı’nda yazılı olarak geçmese de, Türkiye tarafından imzalanan tutanaklarla bu konu resmen kabul edilmiş bulunmaktadır. Ayrıca Lozan Antlaşması’nın 42/3 maddesi uyarınca Türkiye, Müslüman olmayan azınlıklara ait kiliselere, mezarlıklara, sinagoglara ve diğer din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı taahhüt etmiştir. Lozan’dan sonra, Patrikhane’nin, yaklaşık 400 yıldır oturmakta olduğu Fener’de ikametine izin verilmiş ve yine, yaklaşık 1700 yıldır ab antique yani eski zamanlardan bu yana sahip olduğu ruhani yetkilere dokunulmamış, hatta Lozan Antlaşması’yla bu yetkiler teminat altına alınmıştır. Lozan Antlaşması’ndan bu yana Türkiye, başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi gibi din özgürlüğünü korumayı da temel alan ve sözkonusu koruma ve teminatı, Anayasamızın 90. maddesine göre iç hukukumuzun üzerinde sayan birçok sözleşmeye imza atmıştır. Periklis Fotiadis – Sabuncakis Köşkü, Büyükada Büyükada’da, Maden semtinde, Yılmaz Türk Caddesi’nin doğu deniz tarafında yer almaktadır. dönemi 1876-1909 zenginleriııden Yorgi Sabuncakis Efendi tarafından 1904’te inşa ettirilen köşkün ta­sarımını Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis, in­şaatını da Simota Kalfa üstlenmiştir. Bir bodrum kat ile iki esas kattan meydana ge­len kagir köşkün tasarımı eski Yunan kay­naklı neoklasik üslubu yansıtmakta, bazı mimari ayrıntılarında ve bezeme progra­mında, Y. Sabuncakis’in mensup olduğu masonluğun simgeleri dikkati çekmektedir. Bir tür yazlık mason locası şeklinde dü­şünülen köşkün ana girişi, arsanın eğimin­den ötürü birinci üst katta yer almakta, cadde kotundaki bir köprü birinci katın önündeki batısındaki terasa ulaşmakta­dır. Cephenin ortasında ileri doğru taşan ve yapıya bir antik Yunan tapınağı görünü­mü kazandıran teras, Korint başlıklı dört sütuna oturan üçgen bir alınlık fronton ile taçlandırılmıştır. Köşelerdeki sütunlar kare, diğer ikisi daire kesitlidir. Sütunlara, oturan lentonun sol köşesine yeni rakam­larla, sağ köşesine de eski rakamlarla köşkün inşa tarihi 1904 yazılmış, damlalık ve yumurta frizlerinin çerçevelediği frontonun üst kesimine, çevresine ışıklar sa­çan bir göz tasviri yerleştirilmiştir. Ayrı­ca frontonun köşelerine küçük akroterler, tepe noktasına da, üzerinde bir akroter bulunan ve sembolik kabartmalar içeren, sivri kemerli bir tür stel kondurulmuştur. Stel in alt kısmında yan yana beş adet akasya ağacı sıralanmakta, bunun üzerin­de, antitetik konumda, taçlı bir erkek ile bir kadın figürü, aralarında bir kovan ile bir arı kabartması teşhis edilmektedir. Köş­kün dış kapılarında da dökümden mamul arı kabartmaları vardır. Sabuncakis Köş­kü, caddeden algılanabilen bu ilginç un­surlarından dolayı halk arasında ”Arılı Ev”, “Gözlü Ev” ve “Köprülü Ev” adlarıyla ta­ batı cephesindeki teras yanlara doğru balkonlarla uzatılmış, gerek teras gerekse de balkonlar, kare kesitli payelere oturtulmuştur. Sıvalı olan cepheler kat ara­sı silmeleri ile üç kesime ayrılmış, köşe­ler Korint başlıklı pilastrlar ile belirlenmiş, saçak silmesi birer damlalık frizi ve yumur­ta frizi ile zenginleştirilmiştir. Dikdörtgen açıklıklı kapı ve pencerelerin üzerinde ba­sık kemerli alınlıklar yer almaktadır. Bi­rinci katta, girişin ekseninde büyük boyut­lu, dikdörtgen planlı bir salon bulunur. Sa­lonun tavanının ortasında, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağın üzerinde ahşap bir kubbe yükselmekteydi. Gökkubbeyi tem­sil eden bu mimari öğenin iç yüzeyi mavi boyalı olup kubbenin merkezinde dört ana yön ile dört ara yöne işaret eden yazılarla üç tane kırlangıç resmi bulunmaktaydı. Ay­rıca kasnağı kuşatan aynalı tonozun yüzey­lerinde eski Mısır, Asur-Finike, Yunan-Roma ve Hindu mitolojilerinin kutsal üçlü­leri resmedilmiştir. Köşkün, tasarımında ve sembolik nitelikli bezeme programında odak noktasını oluşturan bu tonoz-kasnak-kubbe kuruluşu 1971’de çıkan bir yangında ortadan kalkmıştır. Yılmaz Türk Caddesinde Maden 2112 bir alanda yer alan 23 numa­ralı üç katlı bahçeli köşk, Büyükada’nın Beyaz Sarayı» denilebilecek kadar zarif bir mimariye sahiptir. Yapım tarihi 1904 olan ve halk arasında Gözlü Ev», Köp­rülü Ev», Arılı Ev» olarak da anılan köşk, II. Abdülhamid sarayı mensupların­dan Halep’li Yorgi Sapuncakis Efendi tarafından Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis’e Grek tarzında kagir olarak inşa ettirilmiştir. Yapının kalfası Simota’dır. Sapuncakis’ten Bayan Anastasiadis’e, on­dan da hazineye geçen 1924 köşk, daha sonra Selanik Mevlevi Şeyhi Ali Eşref Bey’in oğlu ve Sadreddin Bey’in eşi Mu­zaffer Hanıma Bağrım 10 Kasım 1930 geçmiştir. 1959’da ifraz gören köşk, 1095 m2’ye inmiştir. 1972’de büyük bir yangın geçiren köşk, bugünkü şekliyle onarım görmüştür. Binanın iki dış kapıları üzerinde demir dökümden yapılmış 16 arı vardır ön kapıda 10, yan kapıda 6. Binanın girişin­de taşıyıcı nitelikte olan ikisi yuvarlak, iki­si dikdörtgen dört sütundan başka, alt katta da üst balkonu taşıyan dikdörtgen dört sütun bulunmaktadır. Kapı önü çıkıntısının üzerinde bir üçgenin çizilmiş olduğu görülür. Üçgenin içinde bir göz resmi vardır ve gözün çevresinde ışığın parıldadığını ifade eden çizgiler bulunmaktadır. Üçgen üstünde bir levha ve levhanın üst bölümünde bir ar ilgi çekmektedir. Yapıdan girildiğinde büyük dikdörtgen salon tavanının orta­sında eskiden 8 pencere ile aydınlatılan ahşap bir kubbe bulunmaktaydı. Kubbe­nin tam ortasında doğu, batı, kuzey ve gü­neyi gösteren rüzgâr gülü ve uçuşan üç kırlangıç resmedilmişti. Kubbenin iç duvarları gök mavisi rengindeydi. Kubbe­nin altı bölümünde dört ayrı inanışı sim­geleyen freskler bulunuyordu. Salona giriş kapısı tarafındaki duvarda Jüpiter, Apollus ve Mars canlandınlmıştı. Jüpiter resminin yanında daha küçük harflerle parantez içinde yapıcı, Apollus adı ya­nında parantez içinde koruyucu ve Mars’ın yanında ise, yine parantez içinde yıkıcı terimleri yazılmıştı. Bu yazıların altında daha küçük yazılarla Yunan-Romen üçlüsünün simgesel resimleri ibaresi okunmaktaydı. Tam karşı duvarda Baal Charnin yapıcı, Azerbaal koruyucu, Asdraubal yıkıcı yazıları okunmakta ve altında Asur-Finike üçlüsünün simgesel resimleri ibaresi yer almaktaydı. Sağ du­vardaki resimde Ammon yapıcı, Apis koruyucu, Osiris yıkıcı yazıları bulun­maktaydı. Sol duvardaki resimde ise, Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu ve Siva yıkıcı yazıları yer almakta ve altında da Mısır-Teb üçlüsünün simgesel resimle­ri ibaresi okunmaktaydı. Bu fresklerin fo­nu gök mavisi olup çeşitli tonda mavi çi­çeklerle çerçevelenmişti. Tanrılarda ege­men renkler kırmızı, turuncu ve kahve­rengiydi. Binanın giriş kapısının üstünde büyükçe bir taş gözükür. Taşın üzerinde 5 akasya ağacı bir erkekle bir kadın, bir arı kova­nı ve bir arı ilgiyi çekmektedir. Erkeğin başında taç vardır. Mimar Hristos Dimadis – Peuçak Köşkü / Büyükada Mimar Hristo Yovanidis – Tripo Köşkü, Büyükada Yılmaztürk Caddesi No107 Büyükada-Maden. Mesken amaçlı olarak Osmanlı döneminde inşa edilmiş. Mimar Hristo Yovanidis’in 1879 tarihinde tasarladığı köşk iki katlı, bodrumlu ve bahçeli bir yapı. Mimar Ahilleas Policis – John Avramidis Con Paşa Köşkü / Büyükada Büyükada Çankaya Caddesi No78 adresindeki köşk Osmanlı döneminde mesken olarak yapılmış. Bahçeli ahşap yapı mimar Ahilleas Policis’in tarafından eklektik üslupta tasarlanmış. Mimar Nikola Gırgırcı – Demircibaşyan Köşkü, Büyükada Bir dönem “Villa Sans Souci” adıyla da anılmış olan üç katlı, bahçeli ahşap köşkü, Levan Demircibaşyan yaptırmıştır. Mimarı Gırgırcı Nikola Kalfadır. Büyükada Maden bölgesinde Çınar Meydanı No4 adresindeki köşk 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Kaynakça Hasan KURUYAZICI Boyunca İstanbul Adaları Yapım Tarihi - 2003 Süre - 003000 Format - Belgesel, Renkli, Türkçe, Betacam Yönetmen - Korkmaz Göçmen Yapımcı - Korkmaz Göçmen Metin Yazarı - Korkmaz Göçmen Kameraman - Mazlum Demirbağ, Volkan Çınar Kurgu - Mustafa Turgut, Haldun Uzunalioğlu, Meltem Ataoğlu Yönetmen Yardımcısı - Köksal Taş Müzik - Dr. Nedim Yıldız Seslendiren - Korkmaz Göçmen, Gülderen Uras Soydaş, Gülden Özel Anneleise Analiza’Inın Türkçe Dublajı - Dış Yayınlar Spikeri Süheyla Korkmaz Caption Kamera - Bülent Mortaş Ses Kayıt - Tuna Ersoy, Hayati Aydın, Tülin Öner Dublaj - Süheyla Korkmaz Özgün Müzik - Dr. Nedim Yıldız Afiş Tasarım - Hayri Çölaşan Günümüzden 10 bin yıl önce Bafa Gölü’nü çevreleyen bugünkü adı Beşparmak Dağları olan antik Latmos Dağlarında yaşayan Anadolu’nun ilk insanları, sığındıkları dağların kovuklarına resimler çizip, boyadılar ve geleceğe ne bıraktıklarını bilemeden bu dünyadan göçüp gittiler. Aradan binlerce yıl geçti... Ve bir gün çok uzaklardan bir kadın geldi. LATMOS’UN SANATÇILARI; İşte bu dağlarda yaşayan Latmos’lu sanatçıların ve 25 yıl boyunca onların izlerini Süren bir arkeolog kadının öyküsünü konu ediyor. LATMOS’UN SANATÇILARI adlı belgeselde Anadolu arkeolojisi için “yüzyılın buluşu” olarak adlandırılan diğer buluşlar da konu ediliyor. YÖNETMENİN NOTU Metin Yazarı; Korkmaz Göçmen Bir zamanlar, bu görkemli dağlarda insanlar yaşadı. Sığındıkları kovuklarda acı tatlı yıllar geçirdiler. Anılarını, kayalara resmettiler. Onlar Latmos'un ilk sakinleri, ilk sanatçılarıydı. LATMOS'UN SANATÇILARI Aradan binlerce yıl geçti... Bir gün çok uzaklardan bir kadın geldi... ANNELEİSE' nın kafa SESİ Türkiye'ye ve Latmos' taki Heraklia' ya ilk kez 1971 yılında geldim. O zaman da Alman Arkeoloji Enstitüsü bursu ile Doğu Akdeniz Bölgesini geziyordum. Bu seyahatim sırasında gördüğüm birçok antik bölge ve yerden en çok Heraklia harabeleri, özellikle de Latmos'un vahşi kayalık arazisi beni oldukça etkiledi. 13 yaşında, daha okul yıllarında iken arkeoloji eğitimi almayı diliyordum. Babamın, "Arkeolojinin Ekmeği olmayan sanat olması gerekçesiyle" karşı çıkmasına rağmen bunu yaptım. Latmos gençliğimde düşlediğim yerdi. Ancak bir gün bu düşün gerçek olacağını hiç düşünmemiştim. SPİKER Anneleise PESCHLOW' un düşü, 1974 yılında gerçekleşir. "İkinci Vatanım" dediği, antik adı Latmos olan Beşparmak Dağların' da ve Heraklia antik kentinde çalışmaya başlar. Önceleri Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Gerda Henkel Vakfı tarafından kısıtlı olanaklarla çalışmalarını sürdürenAnneleise, bir gün Kültür Bakanlığı temsilcisi Arkeolog Murat GÜLYAZ ile karşılaşır. MURAT Anneleise ile karşılaşmamız 1994 yılının sonbaharına rastlar. Bana söylediği ilk söz; "Murat bu dağda yapılacak çok iş var." Biraz korkmuş biraz ürpermiştim. Çünkü bütün haşmetiyle Latmos Dağı karşımda duruyordu. Belki onlarca tehlike bizi beklemekteydi. SPİKER Anneleise ve Murat, Bir zamanlar buralarda yaşamış insanların izinde onları bekleyen sürprizleri bilmeden ama hep ümit ederek yola çıkarlar. MURAT- Önceki anlatımının devamı Sonra başladık yürümeye. Karış, karış her tarafı gezdik. Önümüze gelen herkesle konuştuk. Çobanlarla avcılarla köylülerle kimi zaman dağ köylerinde kalmamız gerekiyordu. Kaldık da. Hem de haftalarca. SPİKER Anneleise' nin hayatını adadığı Latmos Dağları'nda, Ay Tanrıçası Selene ile Çoban Endymion'un aşklarının efsanesi anlatılır. Bir çift atın çektiği gümüş tekerlekli araba üstünde gökleri dolaşan Selene her gece Endymion'u gümüş renkli ışığıyla sarar onunla sevişirmiş. Bulutlu gecelerde Selene ve Endymion birbirlerine hasret kalır, bir sonraki gecenin aydınlık olmasını dilerlermiş. Bir gün, Tanrılar tanrısı Zeus BeşparmakDağları'nın bu yoksul çobanına bir armağan vermeyi düşünmüş ve Endymion'a dileğini sormuş. Endymion, tanrısından Selene'ye sonsuza dek kavuşmak için, sonsuz bir uyku dilemiş. Ve o günden sonra Beşparmak Dağları, ayın gümüş renkli ışığıyla her gece aydınlanır olmuş. Böyle gecelerde muhteşem bir manzara ortaya çıkar. O gün bugündür Söke-Milas arasında yer alan Beşparmak Dağları'nın gündüzleri de geceleri gibi ayrı bir şölen yaşatır insana. Bir zamanlar, Milet, Meus, Pirene, Heraklia gibi antik kentlerin bulunduğu Latmikos Körfezi Roma döneminden itibaren büyük Menderes' in getirmiş olduğu alüvyonlar nedeniyle kapanır ve böylece bugünkü Bafa Gölü ortaya çıkar. Bafa Gölü'nün güney ve doğusunu, üzeri ılgınlar, zeytin ve çam ağaçları ile kaplı Latmos Dağları çevirir. Yaz akşamlarında, gün batımı bir başka güzeldir Bafa' da.. Latmos'un muhteşem siluetinin ardına gizlenen güneşin solgun ışınlarıyla boyadığı dalgaların sesine, pelikanların, karabatakların ve martıların çığlıkları karışır. Bir de ağustos böceklerinin yaygarası... Anneleise ilk çalışmalarını gölün kenarındaki Kapıkırı Köyü'nde yani Heraklia' da başlatır. SPİKER Bu dönemlerde Anneleise kızı Eva' ya rağmen Latmos'ta çalışma isteği uğruna meslektaşı olan kocasından boşanır. O artık aşkı Latmos' ta aramaktadır. Anneleise, Latmos'un eteklerinde binlerce yıl sabırla keşfedilmeyi beklemiş olan Heraklia'yı zamanla tanıyacak, Latmos ise Heraklia' daki gizemlerini ona yavaş yavaş sunacaktır. ANNELEİSE Heraklia bölgesinde yaptığım çalışmalarda çok şanslıydım. Bir keşif diğerini izliyor, sanki biri bir yenisine sebep oluyordu. ANNELEİSE' SESİ 1975 yılında, kuzey yamacında kentin en önemli kutsal alanı ve Athena Tapınağı'nı keşfettik. Ayrıca, İsa' dan önce 2000 yıllının ilk dönemine tarihlenen Kral Antiochos III ve onun Valisi Zeuxis'e ait kral mektupları bulduk. Aynı yıl çevre araştırması sırasında dağlarla aynı adı taşıyan ve Heraklia'dan önceki yerleşim yerine ait antik bir kent olan Latmos'un harabelerini keşfettik. SPİKER Karia'lı Pleistarch, İsa dan önce 1000 yıllarında kurulan Latmos'u yıkar ve halkının Latmikos Körfezi kenarında yeni kurduğu Heraklia' ya taşınmasını ister. Ancak geçmişteki değerlerinden kopamayan halk evlerini bırakmak istemez ve eski kentlerinde uzun yıllar yaşar. ANNELEİSE Şimdi arkaik bir evin girişinde bulunuyoruz Kayadan oyulmuş basamaklar avlu girişine çıkar. Bu da üst kısmı olmayan avlu duvarı. Şimdi evin avlusunda bulunuyoruz. Ev, yamaca dayanmış bir avlu, bir koridordan ve bu koridorun güneyinde ve kuzeyinde iki bağımsız evden oluşuyor. Bu iki evden kuzeydeki daha iyi durumda. Hala bazı duvar parçaları mevcut. Ayrıca ev hem kuzey, hem de batı tarafından kayaya bağlanmış. Batı tarafında Kaya yüzeyinde çatı ve yan kirişlerin delikleri bulunmakta, bunun üzerinden de yağmur oluğu geçmektedir. Bu bizim için önemli. Böylece, bu evin çatısının iki tarafa meyilli olduğunu öğreniyoruz. Odanın girişi güney tarafta; eni dokuz, boyu beş metre. ANNELEİSE Eskiden agoranın bulunduğu Latmos'un merkezindeyiz. 15 m. uzunluğundaki oturma basamakları meydanın batı tarafına doğru uzanıyor. Merdiven önünde bugün Bizans kilisesi kalıntıları ile dolu büyük bir meydan var. Güneydoğuda ise Endymion' un mezarı bulunmakta. ANNELEİSE Bu mağara eski Latmos kentinin belki de en önemli yeridir. Burası Ay Tanrıçası Selene ve genç Çoban Endymion'un karşılaştığı yer olarak tahmin ediliyor. Bu ilişkiden 50 kız çocuğu olduğu söylenir. Daha sonra Latmos'ta yaşayan Hıristiyanlar bölgenin kutsal yerlerinin gücünü sahiplendi ve kendi amaçları için kullandılar. Mağarayı fresklerle süslediler. Latmos'ta bildiğimiz bu en eski fresklerin merkezinde Hz. İsa dünyalar hakimi Pantokrator olarak resmedilmiştir. SPİKER Anneliese, Heraklia Nekrapolünde 2500 adet mezar üzerinde çalışır. Helenistik Döneme ait olan bu mezarlıklara halk, iki şekilde gömülmekteydi. Birincisi ölü yakılarak külleri dikdörtgen mezarların yanıbaşında bulunan yuvarlak çukurlara konulur, diğerlerine ise ölü taş mezara günlük hayatta kullandıkları eşyaları ile birlikte yatırılır, üzerleri yine taş kapakla kapatılırdı. Anneleise bir gün nekrapolde çalışırken Latmos Dağı' nın yamacında çizgi şeklinde bir parlaklık görür. Buraya geldiğinde parlayan şeyin taştan bir yol olduğunu fark eder. Yaptığı araştırma ile, bu yolun Roma Dönemi öncesinde Heraklia'yı, Menderes ve Çine Çayı Vadileri'ne birleştiren büyük bir yol ağının parçası olduğunu ortaya çıkarır. Heraklia ise, ilk gizemi olan, kalbine giden yolu Anneleise' ye böylece açmış olur. ANNELEİSE Böyle bir yol ağının yapımı, Heraklia gibi küçük bir şehrin karşılayamayacağı kadar büyük maddi harcamalara neden olmuş olmalı. Bu nedenle, yolların Pleistarch tarafından yaptırılmış olması yüksek bir olasılık. Pleistarch'e İskenderiye İmparatorluğu'nun bölünmesi sırasında Kariya'nın büyük bölümleri verildi. O da, burada Heraklia' yı kurdu. SPİKER Anneleise, bu yol üzerinde çalışırken daha bir çok bilinmeze ulaşacak, Heraklia'nın O'na sunacağı birbirinden değerli armağanlara kavuşacaktır. Bir gün Anneleise ve Murat günün ilk ışıklarıyla Latmos Dağlarının zirvesine doğru ilerlerken, bilinmeyen antik bir kentin kalesiyle karşılaşırlar. ANNELEİSE Şu anda Bağarcık kalesinin en yüksek noktasında oturuyorum. Buradan Latmos sıradağlarının arka kısmına bakıyoruz. Tam karşımızda kutsal bir dağ olan Tekerlek Dağı'nın kuzeydoğu tarafını görmekteyiz... Büyük olasılıkla kale Heraklia'nın sınır güvenliği için yapılmıştır. Çünkü; Heraklia topraklarının doğu sınırı Bağarcık vadisinden geçerdi. Doğuda ve kuzeydoğuda Alinda ve Amison topraklarına kavuşurdu. Heraklia'nın sınır güvenliği için yapılan bu kalenin antik çağdaki ismini ne yazık ki bilmiyoruz. Ancak Bağarcık kalesiyle sadece Heraklia sınırlarının güvenliği sağlanmıyordu. Burası aynı zamanda kutsal bir yerdi. SPİKER Anneleise'ye göre kentin tarihi 4. yüzyıldan daha eski olamazdı. Peki, burada yaşayan insanlar Tekerlek Dağı'nın büyüleyici manzarası eşliğinde acaba hangi tanrıya tapıyorlardı? ANNELEİSE Şimdi Bağarcık kalesinin açık olan kutsal alanının güney kapısındayız. Kapıdan geçtikten sonra büyük bir alana giriliyordu. Sol taraftaki oturma yerleri taştan örülerek, kuzey yönündeki oturma yerleri ise Kaya oyularak yapılmıştır. Doğu tarafında eskiden sütunlu bir avlu vardı. Şimdi bu sütunların parçaları devrilmiş olarak yatıyor. Oturma yerlerinde yaklaşık 100 kişi yer bulabiliyordu. Bir ruhani grubun güney kapısından geçtiğini, alanda kısa bir süre durduğunu, sonra oturma yerlerine yerleştiğini ve burada kutsal dağ tanrısına tapındıklarını düşünebiliriz. ANNELEİSE Dikilitaş vadisinde, Bağarcık kalesinin alt kısmında, bölge taşlarından yapılmış, küçük bir tapınak bulunur. Taşıyıcı sütunlar hala ayaktadır. Sağındakinin üzerine kalkan, solundakinin üzerine miğfer oyulmuştur. Bu küçük tapınağın önü kutsal dağa doğrudur. Bu tapınağın sahibini, burada tapılan tanrıyı, günümüze kadar bozulmamış kitabeden biliyoruz. Bu taşın üzerinde Dii Akrayu yani dağ zirvesindeki Zeus yazmaktadır. Bu da demek oluyor ki, doğrudan dağ zirvesine yöneltilmiş olan bu küçük tapınak iklim tanrısına adanmıştır. MURAT Latmos Dağları dört tarafındaki metamorfik kayalarla karakterize olur. Bu nedenle tarihsel arazi yok denecek kadar azdır. Bütün bu olumsuzluklara karşı Prehistorik Dönemde önemli bir tapınma merkezi, bunu takip eden Helenistik ve Roma Dönemlerinde ise, önemli bir kavşak nokta. Bizans döneminde ise, keşişlerin sığınma noktası oldu ve çok sayıda manastır inşa ettiler. İşte bu manastırların bir tanesi Stylos manastırı ANNELEİSE 10. yüzyılda Latmos dağlarında yaşayan ruhani kişilerin en ünlüsü Aziz Paul' dür. Ünü bölgenin sınırlarını fazlasıyla aşmıştı. Paul daha hayattayken kutsal biri olarak saygı görürdü. 12 yıl bu mağarada yaşadı ve etrafında birçok kişi topladı. Ölümünden sonra da bu manastırda defnedildi. SPİKER Aradan yıllar geçer. Anneleise, bir gün Latmos'un kalbine giden yolun kenarında beyaz boyalı haç çizimleri görür. Bunlardan daha çok olması gerektiğini düşünerek Murat' la birlikte yollara düşer ve onun müthiş doğasıyla savaşarak günlerce Dere tepe dolaşırlar. Latmos, kalbine giden yola bıraktığı ipuçları ile Anneleise' ya kızından sonra hayatında alacağı en büyük hediyeyi vermeye hazırdır artık. İşte böyle yorucu bir günün sonunda bir köye gelir ve köylüler ile sohbet etmeye başlarlar. Sohbet arasında köylülere kayalara çizili haç resmi görüp görmediklerini sorarlar. Yaşar Beşparmak adlı genç, haç değil ama değişik başka şeyler gördüğünü; isterlerse onları götürebileceğini söyler. Bütün yorgunluklarına rağmen büyük bir merakla Yaşar'ın peşine düşerler. Anneleise ve Murat, gördükleri karşısında öylece donup kalırlar. Latmos'da yaşamın 10000 yıl öncesine uzanan izlerini, Latmos'lu Sanatçıların yaptığı Kaya resimlerini bulmuşlardır. Böylece en değerli hediyesini sunmuş olur. Bu keşif, arkeoloji dünyasını yerinden sarsacak bir buluştur. Artık onlar, meslektaşları arasında gıpta ile anılacak iki arkeologdur. Böylece Latmos, Anneleise'ye en değerli hediyesini sunmuş olur. ANNELEİSE Bu Kaya resmini bize Yaşar Beşparmak 1994 yılında gösterdi. Bu Latmos'ta tanıştığımız ilk prehistorik Kaya resmidir. Karşılaştığımız prehistorik Kaya resimleri ile Latmos'la ilgili araştırmamızda yeni bir sayfa açıldı. SPİKER Anneleise ve Murat, o günden sonra aylarca dağlarda dolaşarak karşılaştıkları çobanlarla, avcılarla, köylülerle konuşup, bu güne dek 250 civarında Kaya resmi bulurlar. ANNELEİSE Latmos dağ tanrılarının kutsal yeri olarak düşündüğümüz Karadere mağarası, etrafı küçük kayalarla çevrili, kuzeybatıda bulunan bir mekandadır. Bu mekanın girişi doğusunda bulunan bir Kaya aralığıdır. Bu mekan yaklaşık 14 metreye 14 metredir. ANNELEİSE Mağara girişi önünde, yerde kase şeklinde yapay bir derinlik vardır. Buradan Latmos'un sıradağlarına baktığımızda, sadece tek zirve görürüz. Bu zirve antik çağda kutsal taş olarak kabul edilen Tekerlek Dağı'dır. Orada yağmur için dua edilirdi yani burası iklim tanrısının oturduğu yerdi. ANNELEİSE Bu mağara ve içerisindeki resimlerin dünyada kıyaslanacak bir eşi daha yoktur. Ana resim 12 figürün toplantısını gösterir. Sağ yanındaki nişte bir on üçüncü figür bunlara katılır. Bu ve resmin sağ kenarındaki figür hariç diğer 12 figürün tamamı önden görünen insan figürüdür. Bu 12 figürden dördüncü, sekizinci ve onuncu figürler büyük vücutları ile diğerlerinden ayrılır. Bu üç figürden muhtemelen dördüncüsü en önemlisidir. Bu figürün başı çember şeklindeki kayanın yıpranmış bir yerine çizilmiş. Dördüncü figür yumruk şeklindeki elini, onuncu figür ise kollarını kaldırmış ve parmaklarını gergin bir şekilde açmış olarak çizilmiş. Latmos' daki Kaya resimleri arasında bu resim tamamen çerçeve dışına çıkar. Bu resim bildiğimiz aile sahnelerini değil, biri hariç hepsi erkek figürlerin toplantısını gösterir. Biz bu resmi geçici olarak Latmos tanrılarının betimlemesi olarak değerlendirdik. SPİKER Yaşamlarını avcılık ve toplayıcılıkla sürdüren Latmos'un ilk sakinleri, bir taraftan korktukları tanrılarını, diğer taraftan da kendilerini taşların kovuklarına resmederek belgelediler. ANNELEİSE Şu anda kayalarla çevrilmiş küçük bir avlunun girişinde duruyorum. Buranın yakınından bir çay akıyor. Suyun sesini duyabiliyoruz. Bu bölgenin adı, Balıktaş'tır. En yakın yerleşim yeri olan Karahayıt köyüne yaklaşık bir saatlik yürüyüş mesafesindedir. Çayda bütün yıl boyunca su bulunur. Bu bölgede 5 adet Kaya resmi bulduk. Bu nedenle Kaya resimleri ve su arasında bir ilişki olmalı. Bulduğumuz beş resmin ikisi çok iyi durumda. Bu iki resimden biri, avlusunda durduğumuz bu yerde, diğeri ise buranın kuzeydoğusunda, yaklaşık 20 metre uzaktadır. ANNELEİSE Bu, Beşparmak'ta, şimdiye kadar bulduğumuz en büyük resimlerden biridir. Doğu ve batı kısmına bölünmüştür. Bu bölünme hem stil hem de renk olarak birbirinden tamamen farklıdır. Bilhassa resmin sağ tarafında bir dizi süslemeler, çizgiler, haç şekilleri, parmak motifleri ve zikzak çizgiler görüyoruz. SPİKER Latmos'un Sanatçıları yörede yaygın olan demir oksit ve hala tanımlayamadığımız bir maddeyi karıştırarak, kırmızı ve sarı renkli boyalar buldular. Şematik ve natüralist stille yaptıkları resimlerde bu boyaları kullandılar. ANNELEİSE Bu Kaya duvarının batı tarafı tamamen boyalıdır. Alt kısımda duvar neredeyse dik olarak aşağı iner ve çok sayıda niş ile son bulur. Bu nişler çeşitli motiflerle süslenmiş. Resmin üst kısmı ve doğu kısmı alt tarafından tamamen farklıdır. Özellikle sağ kısımdaki bu resim ilginçtir. Çünkü; figürler hem kırmızı hem de sarı olarak iki renkte çizilmiş. Bu, kırmızının yanında sarının kullanıldığı, bizim bulabildiğimiz tek resim. SPİKER Anneleise ve Murat Latmos'un insan ayağı değmemiş vahşi doğasında her gün saatlerce dolaşır, buldukları Kaya resimlerini bilimsel olarak tek tek kayıtlara geçirirler. İşte böyle bir günün sonunda uğradıkları bir köy kahvesinde bir köylü onlara bir kayanın yüzeyinde gördüğü işaretlerden söz eder. Ertesi gün, Latmos'un bin metre yukarısında bulunan Suratkaya tepesine geldiklerinde yeni bir sürprizle karşılaşırlar. Latmos, bu kez de, ulaşılması güç tepelerin birinde büyük bir kayanın yüzeyine kazılmış Hitit Kitabesini armağan olarak sunmuş, Annelise'ye en özel gizlerinden birini daha açmıştır. ANNELEİSE Buradaki ilk işaret grubunda "Myra ülkesinin adamı" yazıyor. Şuradaki ülke anlamındaki işaret. Altı hiyeroglif işaretten en büyüğü ve aynı zamanda en önemli olanı Kaya duvarının yaklaşık olarak ortasında bulunur. Sağda ve solda simetrik olarak yerleştirilmiş bu işaret büyük kralın hiyeroglifini gösterir. Alttaki işaret ise, Büyük Kral'ın oğlu Büyük Prensin işaretidir. Ortadaki, büyük prensin adıdır. Bu prensin adı KU hecesi ile başlar. Ortasından çizgi geçen, tırtıl şeklindeki ve yanlarında iki köşe bulunan bu işaret, KU hiyeroglifidir. Kalan diğer işaretler daha tam olarak okunamadı. Ama, büyük bir olasılıkla bunlar KU - Panto Kurunthia' nın işaretleri. Ku - Panto Kurunthia, Hitit' in Büyük Kralı II. Murşili' nin yeğeninin çocuğuydu. Daha sonra kral tarafından Myra Kralı ilan edildi. Bu nedenle, bu işaretin İsa' dan önce 14. yüzyıl sonlarına veya 13. yüzyıl başlarına ait olduğunu biliyoruz. SPİKER Latmos, bu kez de, ulaşılması güç tepelerinin birinde büyük bir kayanın yüzeyine kazılmış Hitit Kitabesini sunar. Böylece, Anneleise'ye en özel gizemlerinden birini daha açmış olur. Latmos'un ona sunduğu bu kitabe, Hititlerin sadece Orta ve Güneydoğu Anadolu'da yerleşmediğini, batıda Ege kıyılarına kadar uzandıklarını da kanıtlamaktadır. Bu buluş arkeoloji tarihinde "Yüzyılın Buluşu" olarak adlandırılır. Günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce yaşayan İlk Latmos'lular, yaşamlarını etkileyen olaylar ve nesneler karşısındaki korkularına kendilerince haklı kılıflar geçirdiler. İyilik ve kötülüğün onlardan geldiğine inandıkları olağanüstü güçlere tanrı dediler. Latmos'un Sanatçıları kendilerine benzediğini düşündükleri tanrılarını, kutsal saydıkları kovuklara resmettiler ve geleceğe ne bıraktıklarını bilemeden bu dünyadan ayrıldılar. Binlerce yıl sonra, onların yerlerini yeni sanatçılar aldı; Latmos'un Sanatçılarının duygularını şimdi onlar yaşıyor. Çok eskinin gizlerini bulmanın mutluluğu ve büyük bir başarı kazanmanın haklı gururu ile... Latmos, zamanın yok edişine direnerek keşfedilmeyi beklerken, gizemlerini asırlarca bağrında sakladı. Ve bir gün çok uzaklardan bir kadın geldi. Bu kadın, Latmos'un gizemlerini geçmişin karanlığından kurtarıp geleceğin aydınlığına kavuşturmak için ömrünü verdi. Çünkü, O Latmos'a aşıktı. ANNELEİSE' nin sesi Latmos hayatımın bir parçası, burada çalışmama izin verilmesinden sonra da ikinci vatanım oldu. Bana hayatımın en önemli iki şeyi ne diye sorsalar; ilk olarak kızım, hemen ardından da Beşparmak Dağları derim. Antik çağdan bir yazıt Latmos'ta 1998'de bulunan yazıt, bölgenin iki önemli kenti arasında yapılan dostluk ve kardeşlik antlaşmasıydı. l998, Ağustos ayı... Prof. Dr. Wolfgang Blüemel ile antik adı Latmos olan Bafa Gölü ve çevresinde epigrafik araştırma yapıyoruz... Epigrafi; arkeolojiye ve tarihe yardımcı olan bilim dalları içinde, geçmişte yaşamış insanların kullandığı ve artık kullanılmayan ölü dilleri, onların bıraktığı yazıtları inceleyerek ortaya çıkaran bilim dalı. Sabah erkenden göl üstündeki adalara giden motorculara, adalarda eski yazılı taş görüp görmediklerini sorduk. Bize bir iki yazıttan söz ettiler. Motorla yazıtları görmek üzere adalara gittik. Öğleye kadar adaları kaplamış çalı çırpı, yılan, çıyan arasında dolaştık. Yayınlanmış birkaç yazıt dışında pek de umduğumuzu bulamadık. Dönüşte biraz dinlenmek, açlık ve susuzluğumuzu gidermek için Kapıkırı köyündeki turistik restoranlardan birine girdik. Prof. Blüemel daha önceki yıllarda da bölgeye pek çok kez araştırma için geldiğini, Latmos yazıtlarının kendisi ve başka araştırmacılarca yayınlandığını, artık yeni bir yazıt bulmanın olanaksız gibi göründüğünü anlatıyordu bana. Yemeklerimizi söyledik. Bu arada restoranı işletenlere de çevrede yazıtlı taşların olup olmadığını soruyordum ben. Servisimizi yapan genç adam Kapıkırı'nda değil de yayla evlerinin birinin kapısı önünde bir su küpünün altında yıllar önce böyle bir taş olduğunu, yerini gösterebileceğini de söyledi. Ve Blüemel'in yanıtı, "bu kadar ortada bulunduğuna göre mutlaka yayınlanmış bir yazıttır" oldu. Ama yine de görmek istedi. Bu kez köyün birkaç kilometre ötesindeki yayla evlerine doğru yöneldik. Restorandaki genç adam tahtadan bir kulübenin önünde bizi durdurdu. Her taraf kapalıydı ve yazıtlı taş ortada yoktu. Çok emin olduğu bir taşın ortada olmaması bizden çok onu üzmüş ve hırslandırmıştı. Kulübenin etrafını dolaştı birden bağırdı- "İçeride içeride!" Pencere aralığından düz bir mermer parçasının duvara yaslanmış olduğunu gördük. "Çok eminim bu o taş" diye ısrar ediyordu. Kulübenin sahibini bulmak için arabaya atladık ve yine köye gittik. Yarım saat sonra kulübe açılmış içeride örümcek ağları arasından yazıtlı taşımız çıkmıştı. Profesör taşa doğru eğildi ve uzun süre o şekilde kaldı. Dikkatini dağıtmamak için uzun süre bekledikten sonra yazıtın ne olduğunu sordum. "Bir anlaşma metni" dedi. Birkaç saat sonra yüzü gülümsüyor ve beni kutluyordu. Yazıtı taşınabilir olmasından dolayı başına bir şey gelmesin düşüncesiyle köy muhtarı ve kulübenin sahibi Ali Rıza Burnak'tan elimizdeki resmi belgeleri göstererek Milas Müzesi'ne götürmek üzere aldık. Bölge tarihiyle ilgili son derece önemli açıklamalarda bulunan bu yazıt İS 2-3 yy'a ait, bölgenin iki önemli kenti arasında yapılmış bir dostluk ve kardeşlik anlaşmasıydı. Çok az bir bölümü kaybolmuş olan yazıtta Latmos ve Pidasa kentlerinin dini törenlerden, kız alıp vermeye ve mal mülk edinmeye ve savaşlarda ortak hareket edeceklerine dair konular ayrıntıyla yer almaktaydı. Bu açıklamalar Antik Karia bölgesinin tarihine yeni bir ışık tutuyordu. Bu nedenle, yazıt son yıllarda bölgede bulunan en önemli yazıttı. İlk üç satırı ve son satırlarının kırık olmasına rağmen son derece iyi durumdaydı. Prof. Dr. Wolgang Blüemel yazıtı Epigraphica Anatolica adlı dergide 1998 yılının son aylarında yayınladı ve yazıtın Türkçe'ye çevrilmiş bir metnini sizler için gönderdi. "Şehir dirlik ve Düzen içinde yaşasın diye görevliler kurban bayramı düzenlemeliler; bundan başka halen mevcut olan mahalle örgütünün yanı sıra yeni mahalle örgütü oluşturulmalı ve bu Asandris adını taşımalıdır. Bu örgütlenmenin içinde kura çekme yöntemiyle hem Latmos'ta ve hem de Pidasa'da bulunan mahalle örgütü temsilcileri ve dostluk dernekleri temsilcileri yer almalıdırlar; fakat geri kalan Pidasa vatandaşları kura çekme yöntemiyle olabildiğince eşit sayıda halen mevcut olan diğer mahalle örgütlerine dağıtılmalıdır. Bu şekilde paylaştırılmış olan Pidasalılar tüm dini tapınım törenlerine katılma hakkına, dostluk derneği üyeleri olanlar dostluk haklarına, mahalle örgütleri, bunların daha önceden sahip oldukları haklara sahip olmalıdırlar; Pidasa ve Latmosluların kutsal yasalar ve diğer nedenlerle hak ettikleri gelirler ortak mal olmalı ve ayrı bir mülk ya da gelir sahibi olmak her iki şehre de yasaklanmalıdır ve her iki şehrin şimdiye dek Dios ayına kadar mevcut olan borçlarını kendileri ödemeliler. Latmoslular Pidasalılara bir yıl yetecek kadar konut ve ahır tahsis etmeliler ve aralarında evlenme yoluyla akrabalık tesis etmeleri için, hiçbir Latmoslu bir başka Latmosluya kızını vermemeli veya bir Latmosludan kız almamalı ve hiçbir Pidasalı bir Pidasalıya da kız vermemeli veya almamalı, altı yıl süreyle Latmoslu Pidasalıya ve Pidasalı Latmosluya kız verip almalı ve tüm yönetim kurumları Pidasa ve Latmoslulardan oluşturulmalı ve Pidasalılara belediye arazisi dahilinde istedikleri yerde konutlar inşa etmelerine ve Pidasalılar arasından Latmosluların önereceği 100 yetişkin erkek ve Latmoslulardan Pidasalıların önereceği 200 yetişkin erkek, bir boğa ve bir erkek domuz üzerine agorada bu halk meclisi kararına ve bu devletsel oluşuma sadık kalacaklarına dair yemin etmelidirler ve bu karar taştan steller üzerine yazılıp bunlardan biri Zeus Labraundos kutsal alanına ve biri de Latmos'taki Athena kutsal alanına yollanmalı ve adanmalı ve Aropos döneminde görevlendirilmiş olan memurlar bu hususun gerçekleştirilmesini sağlamalıdırlar. Latmosluların etmesi gereken yemin- "Zeus Ge Helios Poseidon Athena Areia ve Koç koruyan =Artemis ve diğer tanrılar üzerine yemin ediyorum ki; Pidasalılarla birlikte vatandaş olarak yaşayacağım" Kaynak Gezi Dergisi Belgeselin Yayın Tarihi - 5 Ocak 2004 Bafa Gölü ve çevresindeki dağlarda 20 gün süre ile çekimleri yapılan belgeselin tekrar yayını ise- 10 Ocak günü yine TRT-2’de saat 1110’ da, 11 ocak günü ise TRT-INT kanalında gece 0030’da yayınlanacak. Kaynak Korkmaz Göçmen TRT Radyo Televizyon Dergisi Ocak 2004 Sayı 176 Sayfa 41

avlu aradan çok yıllar geçti